13 Nisan 2015 Pazartesi

celladın vicdan azabı


Yorulduğumu hissettim. Hatta hissetmekle de kalmadım. Ayak parmağımın uçlarına kadar sızlıyordu vücudum. Yorgunluk her yerime işlemişti. O kadar ki bir kulübe bile gördüğümü düşünüyordum. Kafayı yemiş olmalıyım derken kendimi o kulübenin bahçesindeki döşekte yatarken buldum. Güleç yüzlü, gözlüklü, rahat fakat aynı zamanda şık, altmıştan aşağı yaşı olmayan bir adam geldi yanıma. Bayılmıştım ve beni evine almıştı. Üstelik de kafayı yememiştim. Çok güzel bir kulübeydi bu. Küçük, her tarafı insanın içini açan menekşelerle kaplıydı. İlkbaharın ilk çiçekleri duruyordu ağaçlarda. Sohbet ettik bu güleç yüzlü adamla. Ad Soyadı, yaş, meslek konularını geçtik. Ne işimin olduğunu burada ne yaptığımı sordu. Elbet bir gün bu soruya cevap verecektim. Askerlerden kaçıyorum dedim. Mahkûmdum ve kaçıyordum. Adaletten, devletten, ailemden, herkesten ve her şeyden... O an adamın gözlerinde öfke, utanç ve pişmanlık gördüm. Bir an ağlamaklı oldu. Daha fazla dayanamadı. Ben de anlatmasını bekliyordum zaten. 

“ Uzun yıllar cellâtlık yaptım. Kaç kişiyi öldürdüm kim bilir? Kaç ailenin canını yaktım. Bunu yaparken kaç çocuğu babasız bıraktım. Canım yanmadan, para kazanarak. Nasıl o parayı alıp evime getirip çocuklarımı doyurdum. Yıllarca, kafasızdım hem de çok... Başıma ne geleceğini bilmiyordum o zaman. Ta ki kendi oğlumu ellerimle öldürünceye kadar. Yıllar geçti ama ben hala o kâbusla uyanıyorum. O vicdan azabıyla. Kendimi de oğlumu da hiçbir zaman affetmedim. Fakat buna mecburdum. Devlete karşı gelemezdim.”

Ne yapacağımı bilemedim o an. Kapı çok sert ve öfkeli çalıyordu.

Beyza Yükseliş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder