29 Nisan 2015 Çarşamba

İnanç


Hemen hemen herkesin gelecek planları ve hayalleri vardır. Peki neden gelecek planlarım yerine hayallerim diyoruz? Bana gore bunları gerçekleştireceğimize inanmadığımız için. Biz inanmıyorsak başkalarının buna inanmasını nasıl bekliyoruz?

Bazı insanlar gelecek planlarımı sözleriyle engelliyor diyebilirsiniz. Aslında onlara izin veren sizsiniz ve bu onlardan değil sizden kaynaklanan bir sorun. Eğer planlarınıza inanmış olsaydınız onları dinlemezdiniz bile.

Sonuç olarak eğer hayattaki amaçlarınıza ulaşmak istiyorsanız inanmak ihtiyacınız olan en önemli şeydir.

Hande Akay

24 Nisan 2015 Cuma

her şey yolunda


"Köyümüzde yaşlı bir bekçi vardı.
Gece devriyelerinde bağırırdı
"Aal izz well-
her şey yolunda" diye.
Biz de huzurlu bir şekilde uyurduk.
Sonra bir gece hırsızlık oldu
ve öğrendik ki adam körmüş.
O "Aal izz well" derdi.
Biz de güvende hissederdik kendimizi.
O gün bir kalbin ne kadar kolayca korkabildiğini öğrendim.
Kandırmanız gerekiyor.
Sorun ne kadar büyük olursa olsun
elini kalbine koyup
"Aal izz well."
diyeceksin."
- 3 Aptal

Hande Akay

19 Nisan 2015 Pazar

GAYE

Hayatta bir amacın olmalı. Aşık olmak, bir kariyer sahibi olmak, sağlıklı olmak, mutlu olmak... Fakat amacının gerçekleşmesi için hiç çaba sarf etmezsen, inanmazsan, sabretmezsen ve istemezsen gönülden, ne amacın kalır bu hayatta ne de hayatının anlamı.

‘’Hayatta hiçbir gayesi olmayan insanlar, bir nehrin üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmez, ancak suyun akışına kapılarak giderler.’’ demiş A. Manzoni. Amacın yoksa kendi kararlarının, düşüncelerinin bir önemi kalmaz. Hep biri seni sürükler kendi isteklerine göre.

Bir insanın amacı yoksa ne anlamı var ki yaşamanın? Amaç yoksa hayatın ana fikri de olmaz konusu da. Penceresiz ev gibidir amaçsız hayat. Amaç farklı bakış açıları kazandırır insana. Pencerelerin eve kazandırdığı gibi. 

her Günaydın

AKARSULAR VE AKARSULARIN AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ

Akarsu: Yağmur suları, kar suları ve buz erimelerinin toplanıp bir yatak içinde eğim yönünde akışa geçmesine akarsu denir. Akarsular büyüklüklerine göre ırmak, dere ve çay gibi çeşitli biçimlerde ifade edilirler. Yeryüzünün şekillenmesinde en etkili kuvvettir.

Kaynak: Akarsuyun doğduğu yerdir.

Ağız: Akarsuyun döküldüğü yerdir.

Çığır: Akarsuyun kaynağı ile ağız kısmı arasına çığır denir. Kaynağa yakın bölüme yukarı çığır, orta kesimine orta çığır, ağız kesimine aşağı çığır denir. Akarsuyun kolları ile birlikte sularını topladığı alana akarsu havzası denir.

Sularını denize ulaştırabilen akarsulara açık havza denir. Ancak, akarsular topladıkları suyu denize ulaştıramıyorsa, kara içinde bir göle dökülüyorsa veya yer altına sızıyorsa, bu tür akarsuların havzası kapalı havzadır.

Bir akarsu havzasının açık veya kapalı olmasını belirleyen en önemli unsur bulunduğu bölgenin yer şekilleridir.

İki akarsu havzasını birbirinden ayıran sınıra su bölümü çizgisi denir. Genellikle dağların doruk noktalarından geçerler.

Akarsu havzası, içindeki kollarıyla birlikte bir ağ oluşturur. Buna akarsu ağı (drenajı) denir. Havzanın eğimi, yapıyı oluşturan taşların cinsi ve tabakaların özelliklerine göre, değişik tipte akarsu drenajları oluşur.

Akarsu yatağının, herhangi bir kesitinden geçen su miktarının m3/sn cinsinden değerine akarsu debisi(akımı) denir.

Akarsuyun yıl içerisindeki debi değişikliklerine akarsu rejimi denir. Akım düzeni olarak da adlandırılır.

Su seviyesinde fazla değişiklik olmayan akarsuların rejimleri düzenlidir.

Aylara ve mevsimlere göre, seviye değişikliği fazla olan akarsuların rejimleri düzensizdir.

Akarsuyun birim zamanda aldığı yola akarsu hızı denir (m/sn). Akarsu hızı muline denilen bir araçla ölçülür.
Akarsu hızının en fazla olduğu noktaları birleştiren çizgiye hız çizgisi denir.
Yatağında her zaman su bulunduran akarsuya sürekli akarsu, yatağında her zaman su bulundurmayan, bazen kuruyan akarsuya da geçici akarsu denir.

Akarsular aşındırmalarını derine, yana ve geriye doğru yaparlar. Hiçbir akarsu yatağını deniz seviyesinin daha altına kadar aşındıramaz. Bu seviyeye taban seviyesi denir.

Özellikle nemli iklim bölgelerinde yamaçlar hem alttan, hem de sel sularıyla üstten aşınırlar. Bunun sonucunda yamaç gerilemesi olayı meydana gelir ve yamaç profili oluşur.

AKARSULARIN AŞINDIRMASI

Yeryüzündeki karaların %71’inde etkili olan akarsular aktıkları yatağı kimyasal ya da fiziksel yolla aşındırarak taşıma ve biriktirme yoluyla şekillendirme yaparlar.

a)Kimyasal Aşındırma: Akarsuların kolay aşınabilen kayaçların bulunduğu alanlarda eriterek yaptığı aşındırmadır. Yeryüzünde yaygın olmayan bir aşındırma şeklidir.

b)Fiziksel Aşındırma: Akarsuyun özellikle eğimin fazla olduğu yerlerde kazandığı güçle yatağı içinde ve çevresinde yaptığı aşındırmadır. Akarsular daha çok ve fiziksel aşındırma yaparak yeryüzünü şekillendirir.

Akarsu aşındırması 3 şekilde olur:
Derine Aşındırma: Akarsuyun yatağını düşey doğrultuda aşındırarak deniz seviyesine indirme faaliyetidir.
Yana Aşındırma: Özellikle eğimin azaldığı yerlerde salınımlar yapan akarsuyun yanlarını aşındırmasıdır.
Geriye Aşındırma: Akarsuyun ağız kısmından itibaren zamanla yatağını feriye doğru kazarak yaptığı aşındırmadır. Bu aşındırmanın son şekli denge profilidir.

Denge Profili: Akarsuyun yatağını kaide seviyesine yaklaştırmasıyla ortaya çıkan iç bükey profile denge profili denir.

Denge profiline ulaşan akarsularda;

• Yatak eğimi azalmıştır.

• Akış hızı azalmıştır.

• Aşındırma gücü azalmıştır.

• Taşıma gücü azalmıştır.

• Hidroelektrik enerji potansiyeli azalmıştır.

• Ulaşım ve taşımacılıkta kullanılabilir.(Rejimi düzenli ise)


VADİ


Akarsuların içinde aktıkları ve aşındırarak şekillendirdikleri doğal oluklardır. Değişik tipleri vardır:
1.Kanyon Vadi: Özellikle kalkerli arazide görülen ve farklı tabakaların farklı aşınım özellikleri göstermesi sonucu oluşan yamaçları dik ve girintili çıkıntılı olan derin vadilerdir. Ülkemizde Göksu, Lamaz vadileri.

2.Boğaz (Yarma) Vadi: Sert dağ kütlelerini yarmasıyla oluşan dik yamaçlı derin ancak dar vadilerdir. Gülek ve Geyve Boğazları gibi.

3.Çentik (Kertik) Vadi: Özellikle fazla eğimli sahalarda akarsuyun daha çok derine aşındırma yapmasıyla ortaya çıkan ‘’V’’ şekilli vadi tipidir. Ülkemizde en çok görülen vadi tipidir.

4.Yatık Yamaçlı Vadi: Eğimin azaldığı ve akarsuyun yanlara aşındırmasının fazlalaştığı farklı yükseklikteki yamaçlara sahip tabanı daha geniş vadi tipidir.

5.Tabanlı Vadi: Akarsu eğiminin iyice azaldığı yerlerde aşındırmanın tamamen yanlara doğru olması sonucu oluşur. Vadi yamacı iyice belirsizleşir. Akarsu biriktirdiği alüvyonların ortasında büklümler çizerek akmaya başlar. Ege bölgesi akarsularında bu vadi tipi görülür.

DEV KAZANI

Akarsuyun yatağındaki faklı dirençteki tabakaların aşınmasıyla ortaya çıkan basamaklı yapılardan akan kısımlarına çağlayan denir. Bu basamak çok yüksekse şelale ya da çavlan adını alır.

Niğde, Nevşehir çevresinde görülür.

Peri bacalarının oluşumda;

-Sel suları,

-Rüzgarlar,

-Yamaç eğimi,

-Kayaç türü

-Bitki örtüsü etkilidir.

Peri bacaları volkanik alanlarda sel suları ve rüzgarların etkisiyle oluşur. Oluşumunda yer altı suları etkili değildir. Yer altı suları karstik arazilerde etkilidir.

PENEPLEN(YONTUKDÜZ)


Akarsu aşındırmasının son döneminde ortaya çıkan, deniz seviyesine yakın hafif dalgalı geniş alanlara peneplen denir. Peneplen yeryüzünün aşınma sonucu alabileceği en son şeklidir.

Dağlık ve engebeli alanların peneplen haline gelmesi çok uzun zaman alır.

PLATOLAR

Akarsular tarafından derin vadilerle parçalanmış yüksek düzlüklere plato denir. Ülkemizin arazisinin çoğunu platolar kaplar. Erzurum-Kars, Haymana, Cihanbeyli, Bozok platoları bunlardan bazılarıdır.

MENDERES(BÜKLÜM)

Yatak eğimi ve akış hızı azalan akarsuların oluşturduğu ‘’S’’ şeklindeki büklümlere menderes denir. Mendereslerin oluşumunda hem aşındırma hem de biriktirme faaliyetleri beraber etkilidir.

Mendereslerin aşındırma yaptığı dış bükey yamaca çaprak, biriktirme yaptığı iç bükeye ise yığınak denir.

Menderes oluşturan bir akarsuyun;

• Yatak eğimi azalmıştır.

• Akış hızı azalmıştır.

• Enerji potansiyeli azalmıştır.

• Aşındırma gücü azalmıştır.

• Biriktirme faaliyetleri artmıştır.

• Akarsuyun boyu uzamıştır.

• Akarsuyun yatak değiştirme olasılığı artmıştır.

TARAÇA(SEKİ)

Akarsu akımının artması akarsuyun aşındırma gücünü arttırır. Akımı ve aşındırma gücü artan akarsu yatağını derine doğru hızla kazarak yeni bir vadi tabanı oluşturur. Eski akarsu tabanları, yeni tabanın üzerinde basamak şeklinde kalarak taraça ve sekileri oluştur

KAYNAKÇA

• Google Görseller

• Coğrafya Körfez Yayınları

• www.samanyoluhaber.com

www.enginsalli.blogcu.com

www.bilgizenginleri.com

Hazırlayan: Süher Günaydın

Afgan Kız


Birçoğumuz biliriz Şarbat Gula’yı. National Geographic’in Haziran 1985’te yayınlanan sayısında ‘Afgan Kız’ başlığıyla kapakta yer almıştı. Afganistan’ın o zaman içinde olduğu iç savaş sırasında, özgürlük için yalvaran Afganların temsilcisi olmuştu. O resim... İlk bakışta bir çift yemyeşil göz gördüğünüz ve o gözlerin karşısında büyük bir utanç ve suçluluk hissettiğiniz o fotoğraf... O zamanlar 13 yaşında olan bir kızın bakışlarına yükleyebildiği anlamlar...

İç savaşı görüntülemek için Afganistan’a giden Steve McCurry, o zamanlar bir kampta olan Şarbat’ı bulunca fırsatı kaçırmadan bir fotoğrafını çekmiş. Zira Afgan kızlarının fotoğraf çekilmekle ilgili büyük sorunları varmış. O fotoğraf, Şarbat’ın hayatında çektirdiği ilk fotoğraf ve National Geopghraphic dergisinin kapağı olduktan sonra bile, Şarbat tüm dünyanın en çok bilinen fotoğrafının ilk fotoğrafı olduğunu bilmiyordu.

13 yaşındaki bir çocuk... Çocukluğun verdiği cesaretle içinde bulunduğu duruma, hayat şartlarına karşı duyduğu tüm öfkesini bakışlarına yansıtan bir kız. 2002 yılında yeniden bulunduğunda, çocuk cesaretinden hiçbir iz kalmamıştı yemyeşil gözlerinde. Kabullenmiş bakıyordu o yeşil gözler bu defa, boyun eğmişti hayat şartlarına. O gözlerde değişmemiş olan tek şey, öfkesiydi Şarbat’ın. Anne olmuş ve üç çocuğunu da savaş kalıntılarının ortasında doğurmuş bir kadının öfkesini barındırıyor o gözler. 17 yıl sonra yeniden bulunduğunda, 170 yıl yaşlanmış bir kadın buldular gazeteciler. Yaşlı, ama öfkeli bir kadın.

Hayatımdaki en büyük sorun kazanmam gereken bir üniversite için gecemi gündüzümü vererek çalışmak zorunda olduğum sistem oldu şu ana kadar. Yaşadığım yerde insanlar savaş yüzünden değil, uğraşacak şeyleri olmadığı için girdikleri depresyon yüzünden mutsuzlar. Herkesin bir derdi var. Kimi birinden hoşlanıyor ama açılamıyor, kimi sivilcelerini sevmiyor, kiminin notları düşük... Böyle insanlarız biz ve ben,böyle insanlar olduğumuz için ve sürekli şikayet edecek bir şey bulabildiğimiz için, bakamıyorum Afgan Kızı’nın gözlerine. Öyle derin bir utanç sarıyor ki benliğimi, katlanamıyorum. Bizim bu şikayet ettiğimiz koşullarda yaşatmak için çocuklarını, canını vermez miydi o Afgan Kızı? Bizler, sivilceli olanlar, notları düşük olanlar, hoşlandığı kişiye açılamayanlar... Bu kadar mı kuruntu yaptık biz? Bu kadar mı kör olduk, bu kadar mı soyutladık kendimizi çevremizden? Bu kadar mı kötü bir hayat yaşıyoruz? Ya da şöyle sorayım, abarttığımız kadar kötü bir hayat mı yaşıyoruz gerçekten?

Peki sen,Afgan Kızı? Sen mi istedin savaşın ortasında doğmayı?

Nazlıcan Özkut

17 Nisan 2015 Cuma

FERRARİSİNİ SATAN BİLGE

Ferrarisini Satan Bilge birçok kişisel gelişim kitabının aksine paylaşmak istediğini ders olarak anlatmıyor. Yazar düşüncelerini bir hikâye etrafında toplamış. Başarılı bir avukatın stresli ve yoğun bir iş hayatı varken kalp krizi sonucunda hayata nasıl farklı baktığını anlatıyor. Bu avukat ölümle burun buruna gelince artık hayatında bir değişim yapması gerektiğine karar veriyor ve malvarlığının bir kısmını (kırmızı ferrarisi de dâhil) satarak Hindistan’a olan yolculuğuna başlıyor. Oradaki yaşam ve orada yaşayan bilgeler sayesinde tamamen farklı bir bakış açısı ediniyor.

Tabi bizim de yeni bir hayat tarzı edinmemiz için elimizdekileri satıp Hindistan’a gitmemize gerek yok. Kitabı okumak ve anlamak yeterli. Hayata bakış açımı ve yaşam tarzımı tamamen değiştirmese de etkilediğini söyleyebilirim.

Bana göre ‘’ Zihin mükemmel bir hizmetkar, ancak berbat bir efendidir. ‘’ cümlesi bu kitabın özetidir.

Özge Aynalı

16 Nisan 2015 Perşembe

kim

İsim: Bana arkadaşlarım çok çalışkansın diyorlar. Ama üstümden geçinmeye çalışan kimseler varmış. Sıfatla bu konuyu konuşmalıyım. Dediklerine göre önümde duruyor benim çalışkanlığımı kapatıyormuş. Ne kadar üzücü !
Sıfat: Herkes aciz olduğumdan bahseder. Neymiş efendim isim olmazsa yaşayamazmışım. Onun bu saflığını kötü kullanıyormuşum. Ben mi dedim bu kadar saf ol diye, hadi canım.
Zamir: Çevremdekiler başkası gibi görünmektense kendim olmamı söylüyor, bunu yapamıyorum. Ne yapayım huyum bu.
Zarf: Yerine göre tarafımı değiştirebilen bir yapıdayım. Hangi taraf daha güçlüyse, bana uyarsa orada saf alırım hakkımda denilenlere kulak asmıyorum.

TuruncuBeyaz

15 Nisan 2015 Çarşamba

sevgili günlük

Bugün çok güzel bir gündü. Mezunlar Gecesi vardı. Tüm eski arkadaşlarımı gördüm. Çok değişmişler. Gerçi bazıları hala aynıydı. Hepsini çok özlemişim. 
Dur sana birkaç tanesini anlatayım. İsim vardı bir tane. Böyle çok güzel, kibar, başarılı biriydi. Genelde hep birinci olurdu. Bir sevgilisi vardı. Adı Yüklem. Çok yakışıyorlardı. Gerçi Yüklem'in bir sürü sevgilisi olmuştu. Ama bana kalırsa içlerinden en güzeli İsim'di. İsim güzelliği nedeniyle çok kıskanılırdı. 
Hele biri vardı Zamir. Sürekli İsim'in yerine geçmeye çalışırdı. Hatta çoğu zaman İsim gibi davranırdı. 
İsim'in bir arkadaşı vardı Sıfat. Çok yakın arkadaşlardı. Bir yerde Sıfat'ı görüyorsak İsim'de hemen yanında olurdu. Ayrılmaz ikiliydiler. O kadar yakınlardı ki biz Zamir'in İsim olduğuna inanırken o inanmazdı. Her türlü olayda İsim'i desteklerdi. Gerçi hala çok yakınlarmış.
Birde herkesin favorisi vardı. Eylem. 
Yüklem'in kardeşiydi. Eylem sürekli bir olay çıkarırdı. 
Zarf ise sürekli onu desteklerdi. Bu arada Zarf Eylem'in en yakın arkadaşıydı. Zarf ara sıra olaylarda Yüklem'i de desteklerdi. Ama asla eylemle yakın oldukları gibi yakın olmadılar Yüklem'le. 
Burada bitirsem iyi olacak. Çok uykum geldi malum Mezunlar Gecesi'nde çok yoruldum. İyi geceler...

Aysel DÖNE

ilk infaz

Annemle babam doğduğumda çok sevinmiş.Hele annem bir oğlu olduğunu duyunca mutluluktan çığlık atmış.
Doğumumdan yaklaşık on ay sonra duyamadığımı fark etmişler.Fark ettikten sonra çeşitli şaman kadınlarına götürüp tedavimin olup olmadığını sormuşlar. Şaman kadınları bir çare bulamamış. Hocaya gidip okutmuşlar o da çare olmamış. Son olarak ise büyü yaptırmışlar o da çare olmayınca tedavi aramayı bırakmışlar.
Babamın benden başka dört oğlu olmuş ayrıca onlar benim aksime sağlıklıymış.
Aradan yıllar geçmiş. Çoğu usta beni yanına çırak olarak almak istememiş. Babam bana iş bulmak için her yeri aramış. Son çare saraydaki paşalarla konuşmuş. Ve katil olmama izin vermiş. Her neyse.
Cellat ünvanını aldıktan sonra ilk kez birini infaz edecektim.Ellerim titriyor, ayaklarım üşüyor, karnıma ağrılar giriyordu. Elime kılıcı aldım. Biraz sonra olacakları düşündükçe kılıcı yere atıp kaçmak istiyordum. İnfaz alanına çok yavaşça yürüdüm. Suçluya bakamadım. Kılıca odaklanmıştım. Kılıcı havaya kaldırıp gözlerimi kapattım. Ve kılıcı son hızla indirdim. Katili olduğum insanı görmek istedim. Bakışlarımı yavaşça suçluya indirdim. Suçluyu görünce gözlerimi kapattım ve babamın son görüntüsünü aklımdan atmaya çalıştım.


Aysel DÖNE

ANTOINE LAVOISIER

Antoine-Laurent Lavoisier 26 Ağustos 1743 tarihinde Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha küçük yaşında iken annesini kaybeden Lavoisier, babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyür; başlangıçta belki de onun etkisiyle, hukukçu olmaya yönelir. Ancak bu arada uyanan deneysel bilim merakı, çok geçmeden bir tutkuya dönüşür. Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris'in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği alır, Fransız Bilim Akademisi'nce altın madalya ile ödüllendirilir. 

25 yaşına geldiğinde, özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak Akademi'ye üye seçilir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim adamı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa'nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenler. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı barutun üretim sorumluluğunu üstlenir. Genç bilim adamı bu kadarla da yetinmez; ilerde yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine el atar. Ama tüm bu uğraşlarına karşın Lavoisier, kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmaz.

Kendi öğretilerinin temellerini yazdığı ‘’Temel Kimyaya Giriş” adlı yapıtı, fizikte Isac Newton’un ”Principia’’sına eşdeğer biçimde kimyada devrime yol açmıştır. Lavoisier bu kitapta bir element çizelgesi verir ve kimyanın temel yasalarından biri olan ”Kütlenin Korunumu Yasası”nı formüllendirmiştir.

Yanma ve oksitlenme olaylarının bugün bile geçerli olan açıklamasını yaparak kimyada devrim yaratmıştır.

Lavoisier’in çalışmaları nicel düşünme yönteminin gücünü çok iyi gösterir. Eski çağların yanlış kimyasal kavramlarını, saf fiziksel yöntemlerle araştırarak ilk çözenlerden biri oldu. Yeni bir element veya bileşik aramayıp var olan tepkimeler üzerinde çalışarak yeni ve genel sonuçlar çıkarılıp çıkarılamayacağını saptamıştır. Teraziyi yaygın bir biçimde kullanmıştır. Ünlü bilim adamı Laplace ile birlikte bir buzlu kalorimetre geliştirerek (1783) çeşitli maddelerin özgül ısılarını ve yanma ısılarını ölçmüştür.

Yaşamında iki devrim görmüştür. Devrimlerden biri, yüzyıllar boyunca "simya" adı altında sürdürülen çalışmaların, bugünkü anlamda, kimya bilimine dönüşmesidir. Lavoisier bu devrimin kahramanıdır. İkinci devrim, "1789 Fransız ihtilali" diye bilinir. Lavoisier bu devrimin getirdiği terörün kurbanıdır.

Çok varlıklı bir kişi olmasına rağmen viski ve tütünden alınan vergilerde yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle 8 Mayıs 1794′de Paris’te giyotinle idam edilmiştir. Yargıç Fouquier-Tinville, kralcı yönetimin bir sömürü simgesi durumuna gelmiş bu kurumun başındakilere kısa bir duruşmadan sonra idam cezası veriyordu. Mahkeme salonundakiler Lavoisier’in idamına karşı çıkınca tarihe geçecek şu sözleri söylemiştir: ‘’Cumhuriyetin bilginlere gereksinimi yoktur!’’ İnfazın ardından, yine ünlü bir bilgin olan Joseph Lagrange’ın sözleri onun bilime olan katkısını özetliyordu: ”Kafasının kesilmesi bir saniye sürdü. Oysa onun gibi bir kafanın daha yetişmesi için yüzyıldan fazla zaman gerekir!” Lavoisier’in cesedi ve kesik kafası, toplu bir mezara atılmıştır.

Özge Aynalı

14 Nisan 2015 Salı

ormandaki tuhaflık


Küçük çocuk hayatında ilk kez kampa gidecekti. Yanında ebeveynleri ve kendinden yaşça büyük olan ağabeyi olduğu için kendini rahat ve güvende hissediyordu. Kamp alanına geldiklerinde çocuk bir tuhaflık sezdi. Bir şeyler farklıydı sanki. Çalı çırpı toplanmış ve kamp ateşi yakılacakken ormanın içlerinden bağırma sesleri geldi. Ailesi bu sesi duymamışa benziyordu. Sıradan bir kükreme ya da maymun çığlığı değildi bu. Çocuk bir şeylerin ters gittiğini kafasında kesinleştirdi. Ailesine çaktırmadan sesin geldiği yere doğru gitti. Gittiği yerde böyle bir sesin çıkamayacağının belli olduğu, bütün tuhaflıkların kaynağı gibi görünen, tuhaf giysili bir adam ona, sanki onun gelmesini bekliyormuş gibi, duygusuzca bakıyordu.

Mehmet Emre Kekeç

13 Nisan 2015 Pazartesi

Ah Hayvan Çiftliği Ah...


Ah Boxer ah! 
En çok sana acıdım romanda bol yardımının ödülü ölüm olduğu için.
Ah Benjamin ah! 
En çok sana üzüldüm herkesin göremediğini görüp bunun acısını çektiğin için.
Ah Snowball ah! 
En çok seni düşündüm nerede ne yaptın diye.
Ah tavuklar ah! 
Ne çektiğiniz belli mi?
Evlat acısı mı, açlık mı?
Ah domuzlar; 
size ne desem bilmem şişko, benciller, yediniz de n'oldu belki vurdular insanlar sizi, romanın yazılmamış sayfalarında.
Ya Köpekler siz? 
Konuşmadınız bile, roman boyunca havlayıp durdunuz, domuzlar uğruna (ve biraz da et).
Ah koca reis, 
sen ne derdin orada olsaydın, amacın bu muydu? 
Ya da gerçekten hayal ettin mi öyle bir ülkeyi?
Hayal ettiğin kadar hayal bir ülkeyi.

Tuğser Dede

celladın vicdan azabı


Yorulduğumu hissettim. Hatta hissetmekle de kalmadım. Ayak parmağımın uçlarına kadar sızlıyordu vücudum. Yorgunluk her yerime işlemişti. O kadar ki bir kulübe bile gördüğümü düşünüyordum. Kafayı yemiş olmalıyım derken kendimi o kulübenin bahçesindeki döşekte yatarken buldum. Güleç yüzlü, gözlüklü, rahat fakat aynı zamanda şık, altmıştan aşağı yaşı olmayan bir adam geldi yanıma. Bayılmıştım ve beni evine almıştı. Üstelik de kafayı yememiştim. Çok güzel bir kulübeydi bu. Küçük, her tarafı insanın içini açan menekşelerle kaplıydı. İlkbaharın ilk çiçekleri duruyordu ağaçlarda. Sohbet ettik bu güleç yüzlü adamla. Ad Soyadı, yaş, meslek konularını geçtik. Ne işimin olduğunu burada ne yaptığımı sordu. Elbet bir gün bu soruya cevap verecektim. Askerlerden kaçıyorum dedim. Mahkûmdum ve kaçıyordum. Adaletten, devletten, ailemden, herkesten ve her şeyden... O an adamın gözlerinde öfke, utanç ve pişmanlık gördüm. Bir an ağlamaklı oldu. Daha fazla dayanamadı. Ben de anlatmasını bekliyordum zaten. 

“ Uzun yıllar cellâtlık yaptım. Kaç kişiyi öldürdüm kim bilir? Kaç ailenin canını yaktım. Bunu yaparken kaç çocuğu babasız bıraktım. Canım yanmadan, para kazanarak. Nasıl o parayı alıp evime getirip çocuklarımı doyurdum. Yıllarca, kafasızdım hem de çok... Başıma ne geleceğini bilmiyordum o zaman. Ta ki kendi oğlumu ellerimle öldürünceye kadar. Yıllar geçti ama ben hala o kâbusla uyanıyorum. O vicdan azabıyla. Kendimi de oğlumu da hiçbir zaman affetmedim. Fakat buna mecburdum. Devlete karşı gelemezdim.”

Ne yapacağımı bilemedim o an. Kapı çok sert ve öfkeli çalıyordu.

Beyza Yükseliş

ince memed

Çukurova ' da Değirmenoluk köyünün halkı köylerinin dışına çıkmazlar . Bu yüzden burada halk kendine has kanunlar ile yaşarlar . Abdi Ağa bu kanunları koyar ve uygular . Abdi Ağa dışından başka kimse gelemez ve karışamaz . Köyün gençlerinden Memed günlerdir Abdi Ağa'nın tarlasını işlemektedir . Buna rağmen Abdi Ağa , Memed ve annesini dövüyormuş . Bundan usanan Memed karar verir ve Kesme köyüne gider . 
Orada köylü Süleyman'a sığınır . Memed kışı burada geçirir . Orada çobanlık yapar . Bir gün eski köyden tanıdık görür ve annesi Döne!ye haber gönderir . Fakat bu haber köye yayılır ve tabi ki de bunu Abdi Ağa'da öğrenir . Ardından Abdi Ağa Süleyman'ın kapısına dikilir . Daha sonra Memed'i alıp köye geri getirir . Tabi ki Memed'in yaptığının bir cezası var . Ceza olarak hasadın 1/4'ünü verir . Aradan zaman geçtikten sonra Memed arkadaşı ile birlikte kasabaya gider . 
Yolda mert biri olan eşkıya Koca Ahmet ile karşılaşırlar . Kasabada ağaların olmadığı hayat Memed'i etkiler . Memed , Abdi Ağa'nın sevgilisi Hatçe'yi yeğeni ile evlendireceğini öğrenince köye geri döner . Ve kaçarlar . Ağa'nın adamları ve yeğeni onları yakalamak için peşlerine düşerler . Ve izlerini bulurlar . Çatışma yaşanır . Memed Abdi Ağa'nın yeğenini öldürür ve kaçar . Hatçe yakalanır . Memed'in sığınacak bir yeri olmadığı için Deli Durdu çetesine katılır . 
Bu sırada Abdi Ağa Hatçe'yi cezalandırmak için tuzak kurar ve jandarmaları yeğenini Hatçe'nin öldürdüğüne inandırır . Daha fazla zulme dayanamayan Memed ve arkadaşları Cabbar ve Recep Çavuş çeteden ayrılır . Hatçe'nin başına geleni öğrenir ve Abdi Ağa'nın peşine düşer . Abdi Ağa Memed'i ortadan kaldırmak için tuzak kurar . Memed de bir yolunu bulup Hatçe'yi ceza evinden kaçırır . Köylüleri de Abdi Ağa'ya karşı gelmek için yüreklendirdi . 
O dönem köylü halk Abdi Ağa'ya hasatlarından pay vermezler . Abdi Ağa Ankara'ya telgraf çeker ve Memed'in burada saklandığını ihbar eder . Jandarma Memed'i bulur ve sıkıştırır . Bu sırada Hatçe doğurur ve Memed çocuğu ve eşi için teslim olur fakat bu sırada Hatçe vurulur ve Memed'in hayatı yıkılır . Komutan bu olay yüzünden Memed'i tutuklamaz ve ona bir şans verir . 
Çocuğu Hatçe'nin cezaevi arkadaşı Iraz alır ve Gaziantep'e götürür . Olaylardan Abdi Ağa'yı sorumlu tutan Memed , Abdi Ağa'yı vurur . Bu olaydan sonra köylü halkı sevinç alıp götürür .

Alper Kıran

12 Nisan 2015 Pazar

Franz Kafka


Ailenin en büyük çocuğu olan Franz Kafka’nın iki erkek kardeşi küçük yaşta hayatlarını kaybettiler. Kız kardeşleri ise Nazi Almanya'sında Yahudi katliamında öldüler. Çek kökenli bir aileden geldiği halde Almancayı anadili olarak kullandığı için tam bir Çek sayılmayan Kafka’yı Almanlar da tam anlamıyla kendilerinden görmediler.

Nazilerin Çekoslovakya’yı işgali sırasında Kafka ile ilgili birçok belge yok edildi. Uzun yıllar süren dostluklarının sonunda Kafka, bütün yazdıklarını Max Brod’a vermişti ve ondan bunları yakmasını istemişti. Yazdıklarının değersiz olduğunu düşünüyordu ama Brod aynı fikirde değildi ve Kafka’nın ölümünün ardından yazılarını yayınladı.

Kafka eserlerinde sık sık insanın yalnızlığını, güçsüzlüğünü, boyun eğmesini ve yabancılaşma duygusunu ele almıştır. Kendi dünyasında yaşayan bir yazardır, gerçekler içinde bir hayal âlemi yaratmıştır ve bunu eserlerinde de görmek mümkün.

Şüphesiz 20. Yüzyılın en büyük yazarlarından biri o. İçine kapanık, hüzünlü ve aslında karamsarlığıyla da mutlu olabilen biri.

‘’ Hep anlatılmaz bir şeyi anlatmaya, açıklanamaz bir şeyi açıklamaya çalışıyorum ben. ‘’ – Franz Kafka

Özge Aynalı

11 Nisan 2015 Cumartesi

Periyodik Cetvelin Tarihçesi


19. yüzyıla kadar  elementlerin sınıflandırılması ile ilgili ciddi bir araştırma yapılmamış ve bu yüzden elementlerin özellikleri arasında benzerlik olabileceği düşüncesi üzerinde durulmamıştır.Bilim insanları elementlerin sayılarının giderek artması nedeniye elementleri sınıflandırmaya çalışmışlardır.Bu sınıflandırma çalışmaları 19. Yüzyılın başlarında hız kazanıp 20. Yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.
Elementler arasındaki benzer özellikleri fark eden ve elementlerin sınıflandırılmasını öneren kişi Döbereiner  (Johann Wolfgang Döbereiner)’dir.Döbereiner  benzer özelliklerine göre hazırladığı üçlü element gruplarındaki 1 ve 3. Elementlerin ağırlıkları otalamasının 2. elementin atom ağırlığına eşit olduğunu tespit etmiştir.Döbereiner bu üçlü element gruplarına üçlüler anlamına gelen triatlar adını vermiştir.(1829)

ÖRNEK

Klor (Cl)
Brom (Br)
İyot (I)

Cl atom kütlesi:35,5   Br atom kütlesi:81,2   I atom kütlesi:126,9
35,5+126,9=162,4   162,4/2=81.2

Chancourtois (Alexandre-Émile Béguyer de Chancourtois) yayınladığı makalesinde (1862)  bazı element ve iyonları artan atom kütlelerine göre bir silindir üzerinde göstermiştir buna da tellürik spiral adını vermiştir.Chancourtois elementler arasında ilk defa bir benzerlik olduğunu yayınlamış olmasına rağmen kendisi jeolog olduğu ve yayınladığı yazıda kimyadan daha çok jeoloji ile ilgili konulara yer verdiği için o tarihlerde bu çalışması kimyacıların çok fazla dikkatini çekmemiştir.Daha sonra Mendeleyev çalışmalarını yayınladığında Chancourtois’in belgeleri daha iyi anlaşılmıştır.
 İngiliz kimyacı Newlands (John Alexander Reina Newlands) o zaman var olan elementleri artan atom kütlelerine göre sıralamış ve herhangi bir elementin kendisinden sonra gelen sekizinci elementle benzer özellikte olduğunu görmüştür (1864).Bu tespitine müzikteki notalardan esinlenerek oktavlar (sekizli) kuralı adını vermiştir.Bundan kısa bir süre sonra soygazların keşfi ile Newlands’in oktavları geçerliliğini yitirdi.
Elementlerin sınıflandırılması ile ilgili bilim çevrelerince dikkatle izlenen iki  önemli bilim adamının çalışmaları olmuştur.Bunlar birbirinden bağımsız olarak çalışan Rus kimyacı Dimitri Mendeleyev ve Alman kimyacı Lothar Meyer’in çalışmalarıdır.Meyer yayınladığı element tablosunun birinci versiyonunu (1870) ilk defa 1864 yılında bastırdığı kitabında bilim dünyası ile paylaşmıştır.Bu tabloda Meyer 28 elementi 6 ana grupta değerliklerine göre sınıflandırmıştır.Meyer yaptığı çalışmaları ilk defa 1864 yılında daha sonra 1870 tarihinde yayınlamasına rağmen birçok bilim adamı Meyer’i eleştirmiştir.Buna sebep olarak da yalnızca 28 elementi sınıflandırması, keşfedilmemiş elementler ve bunların atom ağırlıklarından bahsetmemesidir.Meyer ve Mendeleyev elementlerin sınıflandırılmasını birbirine oldukça benzer şekillerde yapmışlardır.
Mendeleyev de Meyer gibi elementleri artan atom ağırlıklarına göre sıralamış ve bazı elementler arasında periyodik olarak benzer özellikler olduğunu ifade etmiştir.


Mendeleyev, elementleri artan atom kütlelerine göre yatay olarak sıraladı.63 elementten oluşan periyodik tablosunda 12 yatay sıra ve 8 dikey sütun (grup) kullandı.Mendeleyev  bu tabloda aynı dikey sütunda bulunan elementlerin fiziksel ve kimyasal özelliklerinin birbirine benzediğini bulmuştur. Böylece Mendeleyev kimyaya grup kavramını kazandırmıştır.
Mendeleyev, hazırladığı  tabloda bazı yerleri boş bırakarak buralara daha sonraları keşfedilecek elementlerin yerleştirileceğini söyledi.Mendeleyev, hazırladığı tablo ile bilim adamlarına çok önemli bir hedef göstermiştir.Tabloda yerleri boş olan elementler araştırılıp kısa sürede bulunmuştur.

Daha sonra periyodik cetvel ile ilgili yapılan çalışmalarda, elementlerde periyodik özelliklerin kütle numarası sırasına göre belirli bir düzen göstermesinin bir tesadüf olduğu ortaya çıktı.Zaten elementler atom kütlesine göre yerleştirildiklerinde bazı elementlerin bulunduğu gruptaki elementlerin özelliklerini taşımadığı görüldü.Örneğin argonun kütle numarası, potasyumun kütle numarasından büyük olduğu halde argon elementi potasyum elementinden önce gelmektedir.Halbuki kimyasal özellikleri kütle numarası ile değil elektron dizilimi ile ilgilidir.Elektron sayısı da kütle numarası değil atom numarası ile ilgilidir.1913 yılında Henry Moseley elektronlarla bombardıman ettiği atomların yaydığı x ışınlarının dalga boylarından faydalanarak elementlerin elektron sayılarını dolayısıyla da atomun numaralarını tespit etti.Bu çalışmalarından sonra Moseley, elementlerin kimyasal özelliklerinin atom kütleleriyle değil atom numaralarıyla ilişkili olduğu ve periyodik tabloda elementlerin atom numaralarına göre sıralanması gerektiğini belirtti.

Hande Akay

10 Nisan 2015 Cuma

animal farm

HAYVAN ÇİFTLİĞİ   

Koca reis: Koca reis, hayvanlara özgür olmadıklarının farkına varmalarını sağlayan konuşmayı yapmıştır. Saygı duyulan bilge bir kişidir. İkna edici bir domuzdur. Hayvanlara herkesin eşit olduğunu ve gerçek mutluluğun bu yaşadıkları hayat olmadığını anlatır. Karl Marx’ı temsil eder.
Napolyon: Hayvanların diktatörü olmuştur. Kendini diğer hayvanlardan daha üstün görür. Hayvanları korkutarak onlara baskı uygular ve hayvanların yaşamını çok daha kötüye götürür. Josef Stalin’i temsil eder.
Bay Jones: Çiftliğin eski sahibidir. Hayvanlara sert davranır ve onları çok umursamaz. Çiftlikte işler kötüye gitmeye başladığında kendini içkiye vermiştir ve hayvanlara yem vermeyi unutmuştur. Bunun sonucunda hayvanlar sinirlenip çiftliği ele geçirmiştir. II. Nikolay’ı temsil eder.
Snowball:  Koca Reis’in dediklerini en iyi uygulayan domuzdur. Hayat doludur. Hayvanlara okuma yazmayı öğretir. Hayvanların daha rahat yaşaması için çabalamıştır ama çiftlikten kaçmak zorunda kalmıştır. Lev Troçki'yi temsil eder.
Squealar: Napolyon’u savunan ve onun için konuşmaları yapan domuzdur. Çok etkili bir konuşmacıdır dolayısıyla hayvanlar Squealar’ın söylediği her yalana inanırlar. Kimi yorumculara göre Squealer, Sovyetlerdeki parti yanlısı Pravda gazetesini simgeler.
Boxer: Çiftlikte en çok çalışan hayvandır. Okuma yazma öğrenememiştir. İlk başlarda Napolyon’a inanmıştır. Hayatı boyunca çok çalışmıştır ve bu nedenle sevilen bir hayvandır. Boxer Sovyetler’deki vasıf işçileri ya da Proleterya’yı temsil eder.
Benjamin: Çiftlikteki olaylara  karışmayan bir eşektir. Hayvanların arasında en zekilerdendir. Yapılan her çabanın boşuna gittiğini düşünür.  Boxer ve Clover çiftlikte en değer verdiği hayvanlardır. Benjamin, yaşlı kuşağı, her yeniliğin karşısında olanları temsil eder.
Bay Frederick: Sürekli anlaşmazlığa düşülen komşu çiftliğin sahibidir. Hayvanlarına acımasız davranmaktadır. Çiftlikteki isyan önce onu korkutmuştur fakat daha sonra Napolyon ile anlaşmıştır. Adolf Hitler’i temsil eder.
Mollie: Çiftlikteki baş kaldırmayı çok istemeyen bir attır. Şeker yiyebilmeyi ve kurdele takmayı özgürlükten daha çok önemser ve çalışmaktan hoşlanmaz. Mollie soyluları ve apolitikleri temsil eder.
Moses: Bay Jones’un evcil hayvanı olan hayvandır. Sürekli cennetten ve gerçek olmayan hikayelerden söz eder. Hayvanlardan bazıları ona inanır. Hiç çalışmaz. Din adamlarını temsil eder.

Deniz Uçar

Kaynak:

Gül Bahçe Lisesi


İsim, zamir, sıfat ve zarf yine görevdeydiler. Onların cümlede kullanıldıkları dışında bir görevleri daha vardı. Dilbilgisi konusunu anlamayan öğrencilere kendilerini anlatmak onların bir diğer ve asıl görevleriydi. Her biri birer nesne veya insan konumuna girip onlarla iletişim kuruyorlardı. Aslında bu iletişimden çok konuşmaydı. Kavramlar kendilerini tanıtıyorlardı. Kendilerini tanıtırlarken de söz sanatlarından yararlanıyorlardı. Öğrencilerin daha çok aklında kalabilmesi için. Her zamanki sırayla Gül bahçe Lisesinin öğrencileriyle konuşmaya başladılar. 

İsim: “Öncelikle merhaba. Ben isim. En kolayı fakat en kapsamlısı benim aralarında. Canlı cansız bütün varlıkları ifade ederim. Birbirlerinden ayırt edilmesini sağlarım. Kendimi beyaza benzetirim hep. Çokta yakın arkadaşımdır. Onun gibi anlaşılması kolay, basit, açık gözükürüm fakat bütün her şeyin karışımıyımdır. Ben olmadan diğerleri bir hiçtir. Dediklerimi onlara söylemeyin. Sonra alınırlar bana. Bir de çocuklarım vardır benim. Soyut, somut, özel, cins, tekil, çoğul ve topluluk. Onları da bir gün sizinle tanıştırmak isterim.” 

Zamir: “Öncelikle merhaba. Ben zamir. İsmin işi olduğunda onun işlerini ben üstlenirim. Benim de 5 tane çocuğum var. Kişi, işaret, belgisiz, soru ve iyelik. Kişi insanları, işaret varlıkları, belirsiz, belirsiz isimleri, iyelik de sahipliği temsil eder. Soru da varlık adlarının yerini soru yolu ile tutar.”

Sıfat: “Öncelikle merhaba. Ben sıfat. Göbek adım önaddır. Ben de hep isim arkadaşımın önünde dururum ve onun nasıl, kaç tane, kaçıncı olduğunu söylerim. Yani onun karakterini ben belirlerim. Benim iki çocuğum var. Niteleme ve Belirtme. Belirtmeden de torunlarım var. İşaret, sayı, belgisiz ve soru. Uzun zamandır onları göremiyorum. Burnumda tütüyorlar.”

Zarf: “Öncelikle merhaba. Ben zarf. Ben çok yardımsever bir insanım. Ne zaman fiil ve sıfatın işi çıksa yanlarına giderim. Yardım ederim onlara. Fakat isme yardıma gidemem. Çünkü onunla yıldızlarımız pek uyuşmuyor. Hatta ondan nefret ediyorum bile diyebilirim. Bunlar bir yana ben eylemin nasıl yapıldığını, ne zaman, nereye ve niçin yapıldığını belirtirim.”


Bir görev daha sona ermişti. Şimdi başka bir okula. Bu bilgileri asla unutmayın.

Beyza Yükseliş

insan gücü ve güç gösterisi


Hayvan Çiftliği, insanlığın tarihi kadar eski bir komployu bir peri masalı tadında sunar bize: Güç, temel olandır.

Gücü elinde tutan, her hakka sahiptir. Özgürlük, adalet ve eşitlik, güçsüz olanın kendini avutma çabasından başka bir şey değildir. İnsanın, elindekinden daha fazlasını istediği ilk zamandan beri vardı güç ve hakimiyet çabası. Peki, insanın içinde o hiç yok olmayan güçsüz ve iradesi zayıf taraf ne olacak?

Güç, insan gibi nefsine hakim olmaktan aciz bir yaratıkta elbette ki bağımlılık yaratacaktır zamanla, insana bağımlı olmaktan çıkar ve insanı kendine bağımlı yapar.

Hayvan Çiftliğinin sevimli(!) yöneticisi Napoleon’da da olan tam olarak budur, elinde tuttuğu yönetme gücü onu öylesine kendine bağımlı hale getirir ki, zamanla bu gücü elinden alma tehlikesi olan her şeyi ve herkesi ortadan kaldırır. Snowball, Napoleon’un elinde tuttuğu gücüne tkisine girmeden önceki halini temsil eder bence, çünkü Snowball’un istediği daha fazla güç değil, daha fazla refahtı.

Bu bağlamdan hareket edersek, bağımlı olmuş bir insanın içindeki en ufak bir duygu kırıntısından bahsedebilir miyiz?

Bir güç insanı, ne kadar değerini bilebilir insan gücünün?

Nazlıcan Özkut

9 Nisan 2015 Perşembe

ve görevler ve karakterler



Ben İsim'i bir mafya babası olarak görüyorum. Tek başına karşısındakilere korku salabiliyor. Fakat yanındaki adamlarıyla daha da korku salabilen bir mafya babası gibi buluyorum. İsim çoğu şeyin olmazsa olmazı gibi önemli bir şahsiyettir. Olgunlaşmış, çoğu şeye anlam katan bir tiptir.

Zamir ise tam bir görev adamı. İsmin yerine geçip, mafya babalığı yapabilir. Çok çeşitli bir insandır zamir. Farklı durumlarla aynı görevde bulunabilir. İsmin sağ koludur. İsmin başına bir şey gelirse yerine zamir geçer.

Sıfat ise İsmin adamıdır. Tek başına bir korku salsa da İsim kadar değildir. Sıfat ile İsim birbirini tamamlar aynı kişiliklerdendir, arkadaştırlar. Yaptığım benzetme sizce de İsmi daha çekici hale getirmiyor mu?

Son olarak Zarf, yaşadığımız hemen hemen her yerde karşımıza çıkan köstebeklere, dedikoduculara benzer. Şeref yoksunu bir insandır. Zarf'ın kimden taraf olduğunu anlayamayabilirsiniz. Çünkü sinsidir. Nerede bulunursa oraya anlam katar. Kimileri için önemsiz biridir ama bazı zamanlar bütünlüğü de o tamamlar.

Tolga Ercan IŞIK

tümce kavram anlam


1. Tümceler, bildiri tümcesi, istek tümcesi, bağımsız tümce, temel tümce, yan tümce gibi, hem dil açısından, hem anlam açısından incelenebilir.

2. Tümce, konuşanla dinleyenin, yazanla okuyanın veya iletişimde halinde olan iki bireyin içinde bulundukları ruh haline ve düşünce yapılarına göre farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanır.

3. Tümcenin taşıdığı anlamı belirlemek için sadece dilbilgisinden yararlanmak oldukça yetersiz kalacaktır, dil dışı etkenler çoğu zaman anlatılmak istenenin anlaşılmasında dilbilgisi kadar etkilidir.

4. Bir cümle, tek başına bir bildiriyi anlatamaz. Bildiriyi anlatan, konuşmacının veya yazarın tümceyi kullanış şeklidir.

5. İnsan zihninde, duyulan veya okunan tümceleri anlamak üzere koşullanmış bir yetenek doğuştan beri vardır. İnsan, bu yeteneği sayesinde herhangi bir tümcede anlam bozukluğu varsa bile bunu anlayıp, düzeltebilir.

6. Aynı kelime, farklı kültürlerde çok farklı bağlamlarda kullanılabilir ve bir dili oldukça akıcı bir şekilde konuşabilen ve anlayabilen biri, eğer bu dilin konuşulduğu coğrafyanın kültürünü bilmezse, duyduğu bir ifadeyi tam manasıyla anlayamaz.


Nazlıcan Özkut

8 Nisan 2015 Çarşamba

o korkunç


Cellât! O korkunç katili çok uzakta aramamamız gerekir. 
Bence bizim cellatımız, hepimizin cellâtı yine kendimiziz. 
Kendi hayallerimizin, umutlarımızın, mutluluğumuzun katili yine biz olmuyor muyuz? 
Başka insanların da bizi etkilediğinin farkındayım ama aldığımız kararlardan geri dönen bizleriz. Başka insanları bahane etmek sadece bu gerçeği göz ardı etmek olur. 
Bir insan mutlu olmak istiyorsa olur, istediği mesleği yapmak istiyorsa yapar. 
İnsan sadece yeteri kadar çabalamıyorsa başaramaz. 
Bunun sonucunda kendi hayallerinin cellâtı olarak her zaman birini gösterir. 
Eğer bir şeyleri başarabilmek istiyorsak önce bu gerçeği kabul etmeli ve sonra gerçekten çabalamamız gerekir.

Deniz Uçar

7 Nisan 2015 Salı

Danton'a Dair


John Dalton, 
1766 yılında Manchester’ de doğdu. Babası Quaker mezhebine mensup bir dokumacıydı. Quaker’ lar 17. yüzyılın ortalarında İngiltere ve Amerikan kolonilerinde ortaya çıkan bir Hıristiyan tarikatıdır. Tanrı’yı kavrayabilmek için dinsel kurumlara, din adamlarına ve ayinlere gerek olmadığını savunuyorlardı.
Dalton,  Cumberland’ da bulunan bir Quaker okulunun yönetimini üstlendiğinde henüz 12 yaşındaydı. Alışılmadık derecede parlak bir öğrenciydi.
Daha çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen Newton’un Principia’ sını hem de Latincesini okumuştu. Kendi tuttuğu günlüklerde belirttiği gibi buna           benzer daha pek çok bilimsel kitabı da okumuştu.
2 yıl sonra, kardeşiyle birlikte 12 yıl görev yapacağı Kendal’ daki bir okulda öğretmenliğe başladı.10 yıl sonra da Manchester’ e taşındı ve ömrünün geride kalan 50 yılını burada geçirdi.
 1787 yılında başlattığı bilimsel çalışmasının ilki, yaşadığı göl bölgesindeki iklim değişikliklerini inceleyen ve 200.000’in üzerinde kayıtın yer aldığı bir günce tutmaktı.
Aynı yıl, atmosferdeki elektrik çalkantılarının etkisiyle gökyüzünde oluşan renkli şekillere, yani kutup ışığına tanık olmuştu. Kuzey yarıküredeki kutup ışığı olayları üzerine yazdıkları, kendi özgün düşüncesinin ilk ürünleri oldu. Matematik ve meteoroloji konularıyla ilgilenmesi John  Dalton' un öğretmenliğinin ilk yıllarına rastlamıştır.
Hem kendisinde hem de kardeşinde bulunan renk körlüğü üzerine diğer bilim adamları ile birlikte incelemeler yaptı.
Bu renk körlüğü, özellikle kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edememe biçiminde ortaya çıkar.
Bu kusur ilk kez Dalton’un gözünde saptanarak kendisinin de katıldığı çalışmalarla tanımlandığı için bugün ‘Daltonizm’ olarak adlandırılır.
1803 yılında kimyasal elementlerin gösterilmesine ilişkin bir simgeler sistemi geliştirdi ve elementlerin bağıl atom ağırlıklarını saptayarak bunları bir tablo halinde düzenledi.
Kimyasal bileşiklerin, elementlerin ağırlıkça belirli basit sayısal oranlarda birleşmeleriyle oluştuğunu ileri sürdü. Bu görüş, daha sonra belirli ve katlı oranlar yasalarının geliştirilmesine temel olacaktır.
En önemli çalışması atom konusunda olmuştu. Ona göre tüm elementler, atom denilen aynı ağırlığa ve aynı yapıya sahip olan çok küçük ve bölünmez parçacıklardan oluşur. Ama bilim dünyası modern atom anlayışına yakın bir düşünüş tarzıyla ilk kez karşı karşıya kalıyordu.
Aslında atom fikri eski Yunanlılardan beri bilinen bir olguydu. Dalton’un katkısı, bu atomların göreli olan büyüklükleri, karakterleri ve bir araya geliş süreçleri üzerinde düşünmekti.
Dalton, başka bilim adamlarının yaptıkları çalışmalardan yararlanmak için oldukça çekingen davranmıştı. Kendi bilim adamlığını sık sık sorgulamış ve pek çok yanılgısını belirtmiştir. 1844 yılında öldü.

DALTON ATOM MODELİ
Atomu bilimsel anlamda inceleyen ilk kişi olan İngiliz John Dalton’dur. 19. yüzyılda Royal Enstitüde yayınlamış olduğu teori, kendi adıyla anılmaya başlamıştır. John Dalton, sabit oranlar yasasını ve kütlelerin korunumunu ele alarak bu teorisini geliştirmiştir.
Atomlar, içi dolu yapıdaki kürelerdir.
Bütün maddeler atomlardan oluşmaktadır.
Atomların yeniden düzenlenmesiyle kimyasal reaksiyon meydana gelmektedir.
Atomlar bölünemez ve yok edilemezler.
Bileşikleri, birleşen elementlerin atomlarından oluşmaktadır.
Farklı her elementin farklı atomları vardır.

Dalton teorisinin günümüzde geçersiz olan maddeleri bulunmaktadır. Atomların, bütünüyle boş değil %99,9 boşluğu olan yapıları vardır. Atomların izotopları olduğundan, bir elementi oluşturan atomların tamamı aynı olmak zorunda değildir. Radyoaktif olan atomlar proton, nötron ve elektron saçarak daha küçük atomlara ayrılabilmektedir. Bu, Dalton’un söylediği atomun bölünemez olduğunun tam tersidir.
Katlı oranlar yasası, aralarında birden fazla bileşik oluşturan elementler arasında, birinin sabit miktarıyla, birleşen diğer elementin miktarları arasında tam sayılarla ifade edilen katlı orana denir. Bu yasa 1804 yılında İngiliz kimyacı John Dalton tarafından bulunmuştur.

Katlı oranlar kanunun uygulanabilmesi için;
Bileşik içerisinde  iki farklı element bulunmalıdır.
Aynı elementten meydana gelmiş farklı bileşikler arasında olmalıdır. NO,N2O,NO2,N2O3,N2O5 gibi....
Bileşiklerin kaba formülleri aynı olmamalıdır. NO2 ve N2O4 bileşiğinin kaba formülleri (NO2) olduğundan aralarında katlı oran bulunmaz

KATLI ORANLARLA İLGİLİ SORULAR

Ø HBrO3– HBrO4
II. N2O3– Fe2O3
III. NO2– N2O4
Bileşiklerinden hangileri katlı oranlar kanununa uymaz ?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) I , II D) I ,III  E) I, II ve III
ÇÖZÜM;
1. de 3 farklı atom olduğundan bu katlı oranlar yasası kuralına uymaz
2. de ise farklı atomlar olduğundan bu da katlı oranlar yasasına uymaz
3. de ise bileşiklerin kaba formülleri aynıdır. Yani sayılar 2 katına çıkmıştır.
CEVAP: E

I. O2 – O3
II. H2SO3 – H2SO4
III. C2H4 – C3H6
IV. NO2 – N2O5
Ø Yukarıdaki maddelerden hangileri katlı oranlar yasasına uyar?
 A) I,III ve IV       B) II ve IV C)            I,II,III D)Yalnız IV               E) Hepsi
ÇÖZÜM
I. O2 – O3—–> İki element olacaktı 1 element var bu yüzden, yanlış
II. H2SO3 – H2SO4—–> İki element olacaktı 3 çeşit elemen var bu yüzden, yanlış
III. C2H4 – C3H6—> sayılar sadeleştiğinde aynı oran çıkmamalı,  yanlış
IV. NO2 – N2O5—> Doğru
cevap: D

Ø X ve Y elementlerinden oluşan iki bileşikten 1. 
bileşiğin formülü X4Yn, 2. bileşiğin formülü X2Y6
dir. Y atomları arasındaki katlı oran 5/6 olduğuna
göre n değerini bulunuz?
 A) 2   B) 3   C) 4   D)5   E)10
ÇÖZÜM;
Önce iki bileşikteki x atomları sayısını eşitleyip sonra y atomlarını oranlamalıyız. Bunun için 2. bileşik 2 ile çarpılır ve X4Y12 olur 1.bileşikte X4Yn olduğundan y atomları arasındaki oran n/12 = 5/6 ve n=10 olur
Cevap: E
____________________________
Tolga Ercan Işık
 ____________________________
KAYNAKÇA

Napolyon Ve iş


Napolyon ve iş adamları komşularıyla ilişkiler kurup iş ilişkilerini düzgün bir biçimde sürdürmek istedi. Kendilerini kendi ırklarındakilerden üstün görmektedir ve çıkarları aynı yöndedir bu yüzden kendi içlerinde iyi anlaştılar. 
Napolyon ve arkadaşları gittikçe insana benzediler bencillikleri, çıkarcı olmaları ve en önemlisi de uğruna yürüdükleri yolda hayvanlara ihanet etmesi insana benzeyip onlarla iyi ilişkiler kurmasına neden oldu özlerini kaybettiler.
İyi mi?

İsmail Sayılıkan

ve gül


“Oyunun adı aşk, kan ve gül
Sen katilsin bense maktul
Çek hançerini
Son kez öp ve beni öldür...”
Güçsüz bedenlerin içine sıkışıp kalmış ve özgürlük için yalvaran ruhları özgürlüğüne kavuşturan kişidir cellât. O çaresiz ruhu görmemek için kurbanının gözüne bakmayandır.
Sağır ve dilsizdir cellât. Bazen gerçeklere sağırdır, yalanların güzelliğini gerçeklerin çirkinliğine tercih eder. Bazen de sorulara dilsizdir. Susmanın asaletini, konuşmanın çirkefliğine tercih eder.
Emir kuludur cellât. Emir bazen büyük yerden, vicdanındandır, bazense tıpkı diğer insanlarda olduğu gibi güçsüz bedenlerdendir.
Ama kör değildir cellât. Görür, hisseder, hatta belki de acır. Kimse görmez, kimse bilmez. Çünkü hiç kimse, bir cellâdın kendileri gibi olduğunu kabul etmek istemez.

Aslında bir cellât, en az herkes kadar insandır ve en fazla herkes kadar acımasızdır. Bu durumda, kimse onu insan olduğu için suçlayabilir mi?

Nazlıcan Özkut