31 Mart 2015 Salı

Şanssız Doğdum


Ben dünyanın en şanssız adamlarından biri olarak doğdum yani cellat olarak. 
Sağırdım. Dilimi sonradan benden almışlardı. 
Nasıl bir şanstı bu? O kadar insan varken neden ben cellattım? 
Artık bu gibi sorular için çok geçti. 
Onlarca kişiyi infaz etmiştim. İnfazlarımda hiçbir şey hissetmiyordum. 
Duygularım körelmişti. 
Hiç arkadaşım yoktu ailemi hiç tanımadım hala hayattalar mı bilmiyorum. 
İnfaz dışında hiçbir şey yapmıyor hiçbir şey düşünmüyordum. 
Bir taştan farksızdım. 
Yaşamak için hiçbir sebep bulamıyordum. 
Bir gün kadın infazı yapacağımı duydum. 
Onu da diğerleri gibi infaz edecektim. 
İnfaz edeceğim kadını gördüğümde hayatımda ilk kez yaşamaya değer olduğumu hissettim. 
Bir cellat olarak ilk kez işimi yapamadım. 
Ve bunun cezasının ne olduğunu bildiğim halde.

Erdem Topçu

30 Mart 2015 Pazartesi

korku


Soğuktu.Sadece ben vardım.
Sessizlik ve soğuk birleşiyor, beni esir alıyordu.
Her zaman yalnızlıktan ve acı çekerek ölmekten korkmuşumdur.
Cellâdım nasıl oluyor da bunu biliyor?
Tesadüf mü yoksa kasıtlı mı?
Kapının gıcırtısıyla kafamı oraya çevirmem bir oldu.
Işık gözümü alıyor, orada neyin durduğunu göremiyordum ama oda aydınlanmıştı.
Duvarlar simsiyahtı.
Üzerinde çok belli olmayan kırmızı lekeler vardı.
Silinmeye çalışılmıştı sanırım ama çıkmamıştı.
Etrafı izlerken ayak sesleri bana doğru gelmeye başladı.
Nasıl göründüğünü merak etsem de kafamı çeviremedim,
göz ucuyla bile bakamadım.
Ölmeden önce son gördüğüm kişinin cellâdım olmasını istemedim belki de.
Son gördüğüm yüz sevdiğimindi ve öyle kalmasını istiyordum.
Bacaklarımı kendime çektim,
yüzümü gömdüm.
Kulağıma eğildi ve "cellâdın ben değilim" dedi.
Sessizlik yok oldu ve kendimi sokakta buldum.
Bana doğru gelen arabanın hizasında.

Süher Günaydın

28 Mart 2015 Cumartesi

ses

Savaşçılarımla çarpışmanın tam ortasındaydık 
sağır edici kılıç seslerinin ve savaşçıların bağırışlarının arasından geçip
kan göllerine basa basa ilerliyor cellâtlarımızı arıyorduk.
Korkmuştuk attığımız her adım tüm kılıç darbelerimiz inançlarımız
en önemlisi de ailemiz, içindi.
Hepimizin cevabını bildiği tek bir soru vardı
‘Bir savaş ne zaman savaş olmaktan çıkar?’
Artık savaşçılarımla onurlu bir ölüme mi,
Yoksa şanlı bir zafere mi yaklaştığımızı öğrenecektik.
Cellâtlarımızla savaşmaya başlamıştık…
Kendi cellâdımı yenmiştim.
Artık gücüm kalmamıştı soluklanmak için etrafıma baktığımda adamlarım ölmüştü cellâtları onları yenmeyi başarmış bana doğru geliyorlardı.
Cellâtların hepsini yenemezdim ama son bir onurlu bir hareketle kılıcımı kaldırıp karşılarında durdum.
Aklımda tek bir şey vardı ‘Ailem’ bedenimdeki yaralar beni bayılmaya zorluyordu cellâtlar üzerime yürüdükçe içimde yeşermesine izin vermediğim korku güçleniyordu.
Tam o anda tüm savaş alanını bir borazan sesi inletti.
Borazan sesinin geldiği yere dönmüştüm bu olamazdı!..

İsmail Sayılıkan

Celladımız Kim?

CELLAT
Tolga Ercan IŞIK


Her ülkenin bir celladı vardır. Hem mecaz hem gerçek anlamda bir celladı vardır. Kimi cellatlar kılıçlarıyla ülkeleye, ülkenin insanlarına zarar verir, kimileriyse geleceğini düşünerek yapacaklarına ortam hazırlar. Çıkarcı, bencildirler. Gözlerinde para hırsı, akıllarında dolandırıcılık vardır. Böyle böyle ülkenin derisini yüzerler. Önce bıçaklarını biler akıllı cellatlar. Öldürmek daha kolay olsun diye bıçaklarını bilerler. Sonra bir anda darbeyi indirirler ülkeye, insanlığa ve masumlara.

Dünyanın neresine gidersek gidelim vardır böyle kişilikler. Çıkarları için kendilerinden hiçbir şey feda etmeyip, masumlar üzerinden amaçlarına ulaşırlar. Bu yaptıklarından dolayı da hiç acımaz yürekleri. Gerçekte de öyle değil midir? Kurbanlık koyun gibi kesmezler mi insanları?

Dünyada bir gerçek vardır ki bu hiç değişmez. Her zaman bir yerde bir cellat vardır ve onun kurbanları da. Siz siz olun ne cellat olun nede onun kurbanları.

26 Mart 2015 Perşembe

dilediğinde cellat


Dünya değiştikçe,cellatların tanımı da değişti.Cellatlar önceden verilen emir karşısında birini öldürürken,şimdi istedikleri zaman, herhangi bir yerde bu işi yapabiliyorlar.

En basit örneği ile dün yolda yürürken,bir baba ile 9-10 yaşlarındaki çocuğun konuşmasını duydum.Çocuk,babasına seçeceği mesleği ,bununla ilgili planlarını,arada da hayallerini anlatıyordu.Söyledikleri-bana anlatmadığı halde-çok güzel ve aydınlık fikirlerdi.Fakat babasına baktığımda dinlemediğini gördüm.

Çocuk bir an sustu ve 'Sence bunları yapmak zor mu,yoksa üstesinden gelebilir miyim?' diyerek babasına baktı.
Babası cevap vermedi.
Çocuk başını önününe eğdi.
Derim ki; işte tam bu sırada o baba çocuğun hayallerinin celladı olmuştu. 
Uzakta aramaya gerek yok o celladı...

Hande Akay

23 Mart 2015 Pazartesi

dönüşüm


K a r a 

Fanzin
_______________________________
K a f k a

D ö n ü ş ü m
Neden Yazdım?

Bir romanı anlama ve anlamlandırma çalışması.

Adana Koleji Edebiyat Zümresi ve
9. Sınıf Öğrencileri

Neden Yazdım?
Böcekleşmek
Erdem Topçu

R
omanımda Gregor Samsa çalışıp ailesinin borçlarını ödemekte, ailesinin geçimini sağlamaktadır. Bu durumdan Gregor hariç herkes memnundur. Gregor ise bu işi  ailesinin borçlarını ödemek için yapmaktadır yani işini sevmemektedir. Ben Gregor’u böceğe çevirerek onu iş yapamaz duruma getirdim. Onu bir nevi yatalak bir insana çevirdim. Tabi bu durumda ailenin tembellik yapan bireyleri çalışmaya başladı ve Gregor’a duyulan sevgi azalmaya başladı. Gregor bu durumda bile çalışmayı düşünüyordu. Önce işini sonra sevgisini en sonunda da hayatını kaybetti. Yani insanlar tıpkı Gregor’a olduğu gibi bir insana bel bağlıyorlar ve hayatlarını tembellik yaparak geçiriyorlar. Bel bağladıkları insanın başına bir şey geldiğinde ve çalışamaz duruma geldiğinde o insan onlar için katlanılmaz bir yaratığa dönüşüyor. Ben romanımda o insanların ne denli insanlar olduklarını ortaya koymaya çalıştım.

Neden Yazdım?
Yüzyılın Gerçekleri
İsmail Sayılıkan

H
ikâyemi toplumun sosyokültürel yapısında derin incelemeler yaparak yazdım. Kitabımda da fark ettiğiniz gibi Gregor Samsa bir karınca gibi çalışkan ve gereklidir omuzlarında tüm aileyi taşımaktadır ama bir ilginçlik vardır. Sürekli olarak ailenin borçlarını ödeyen biri anca karıncaya dönüşünce ailenin ilgisini çekmeye başarıyor. O dönemde sanayileşmeden dolayı iş bulmakta zorlaşmıştır insan gücünün yerine giderek makineleşme almıştır ve bulunan işler çok önemlidir. İş gücü makinelere bağlı olduğu için iş gücüyle kazanılan parada az olmaktadır ve büyük ekonomik dengesizlikler ve sıkıntılar oluşmuştur. Gregor’un ailesi onu para makinesi olarak görmektedir. Kitabın sonunda gördüğünüz gibi tüm aile çalışıyordur ve rahatça geçinebiliriz diyorlardı. Peki madem öyleydi neden Gregor tek başına ölesiye çalıştı? Neden diğer aile üyeleri buna göz yumdu? Tabi ki de bencillik ve umursamazlık.
  
Şimdi asıl soruya gelelim ‘Neden Yazdım’ insanların ne zaman olursa olsun çalışmaktan kaçtığını her zaman sadece kendi bencil çıkarlarını düşünmeleri işler değiştiğinde paniğe kapılıp suçu masumlarda aramaları. Kendi düzenlerine karşı olan bir şeyi inkâr etmeleri ve en önemlisi de toplumsal sınıf farkını aile içinde dile getirmek için yazdım. Aile içinde bile yalnızlık vardır bencillik ve fedakarlıklar  vardır…

Neden Yazdım?
Bir Gün Herkes Dönüşecek
King Slayer


D
önüşüm’ü neden yazdım? Güzel bir soru. Aferin. Bazen ben bile unutuyorum neden yazdığımı. O dönemde yaşanan şeyleri unutuyorum. Bu kitabı yazarken hissettiğim duygular yavaş yavaş kayboluyor. Malum yaşlılık. Tabi sen gençsin beni anlamazsın. Belki bu sayede geçmişi hatırlar ve yâd ederim.
Çok iyi hatırlıyorum bir kış sabahıydı. Sobamın önünde oturup kahvemi yudumlarken birden bir fikir geldi aklıma. Neden şu an içinde bulunduğumuz durumu anlatan, insanları etkileyecek ve onları kendilerine çeki düzen vermeye yöneltecek bir kitap yazmıyordum? Hemen bir şevkle ayağa kalktım. Ama kâğıt kalem uzaktaydı. Sobadan uzaklaşmak istemiyordum ama kitap yazma dürtüsü baskın çıktı ve soğuk odaya kalem kâğıt almaya gittim ve yazmaya başladım. Yazımda insanları etkilemek istediğim için onları yaşamıyla vurguladım. Bunun en iyi yöntemi onların hayatını anlatan yani sosyal ekonomik kültürel ve siyasal yönlerden yola çıkmaktı. Aklımda bin bir düşünce, başladım yazmaya. O rahatlama hissini şimdi bile hissedebiliyorum.
Kitabı yazarken kendi hayatımdan da bir şeyler eklemek istiyordum. Küçükken ben babamla anlaşamazdım, babam beni hep baskı altında tutardı. Bu yüzden bu kitapta babaya baskıcı rolünü verdim. Ayrıca içinde biraz da otoriteye karşı durma fikri içeren birkaç cümle ekledim. Benim doğamda var engelleyemem.
Yaşadığım dönemde ekonomi Sanayi Devrimi’nin etkisiyle hızla gelişmeye başlamıştı. Fabrikalar sayesinde bir sürü iş imkanı ortaya çıkmıştı. İnsan sayısı çok fazla olduğu için maaş çok azdı. Beğenmezsen git, yerine illa ki biri çıkar anlayışı vardı. Kahrolsun patron bozuntuları. Bir de bunların çocukları var onlar iyice… Neyse kitabıma bu patron ve çalışma anlayışını da eklemek istedim. Toplumumuzun sosyal yapısı çoğu toplumdan iyi sayılırdı. Ama kötü yanları da yok değildi. Bunlardan en büyüğü kendinden farklı gözüken insanlara verilen tepkiler önyargılardır. Kendimizden farklı olsun (ten rengi, konuşması, ülkesi) hemen dışlıyorduk onu. Bu durum gerçekten çok kötü. Bu durumdan çok etkilendiğim için yazdığım kitabın kahramanı bizden farklı biri olmasını istiyordum. Günlerce düşündüm. Bir türlü karar veremiyordum. Bir gün ağzıma böcek kaçtı ve anında ilham geldi. Bir böcek insan. Değişik ama güzel. Sevmiştim.
Ayrıca toplumun sosyal yapısını anlatırken aileden bahsetmemek olmaz. Aile toplumun en temel taşıdır. Bu kitapta olay ailenin etrafında oluşuyor. Ekonomik sosyal durum derken siyasi durumu ele almadan olur mu? Olur aslında. Ama ben eklemeden duramadım. Tabi siyasi durumu anlatırken tarafsız kaldım. Yazarlar tamamen tarafsız kalmalılardır. Böylece toplumun her kesimine hitap edebilirler.
Dönemimin siyasi durumu çok karışık. Dünya Savaşı patladı patlayacak. Herkes bir stres altında kızlar depresyonda erkekler bunalımda. Tamam dedim. Şimdi bunları eğlendirecek hayatın farkına vardıracak bir şeyler yazmam lazım dedim. Ve o gençlerin günlük hayatta nasıl olmaları gerektiğini bir genç kız üzerinden anlatmaya karar verdim. Tabi bu genç kız onların şu an ki özelliklerinin birkaçını taşımalıydı.
    Böylece kitabım o zamanın tüm unsurlarını taşımış oldu. Yanı hayattan bir parça oldu. Umarım halkımızı etkileyebilmişimdir. Eskiyi hatırlattığınız için teşekkürler.

Neden Yazdım?
Alışmışlık
Tolga Ercan Işık

B
ir İnsanın toplumdaki yerinin çevre durumuna göre değişebileceği için yazdım. Sistem öyledir ki bedeni asgari çalıştırır. Fakat insanların muhtaçlığı ise onları birer Samsa’ya dönüştürür. İlk zamanlarda Samsa, Müdür Bey geldiğinde işini kaybedeceğinden korkmuştur. Fakat sonraları öyle bir hale gelmiştir ki ailesinden bile çekinir hale gelmiş ve sıradan bir insan olup ölmüştür. Sistemde de hepimiz birer samsayız aslında. Devrin politikacıları, ekonomistleri bizi bu alışılmışlığa sürükler. Onlar değiştiğinde ise bizde onların amaçlarına göre farklı hallere bürünürüz. Bunu bir satranç oyununa benzetebiliriz. 64 kare var ve biz oyuncunun isteğine, amacına göre yer değiştiren piyonlarız. Yeri geldiğinde oyuncunun en değerli taşı, yeri geldiğinde ise feda edebileceği gereksiz bir piyon. Devrin Politikacılarının bizi bir piyon gibi kullanışının ve yeri geldiği zaman bizi gözünü kırpmadan harcayabileceğinin bir hikâyesidir "Dönüşüm". Ben bu kitabı artık insanların uyanması ve alışılmışlıklarından kurtulmalarının bir başlangıcı olması için yazdım. Yeri gelir ki işimizden, sevdiklerimizden bile vazgeçecek duruma getirir sistem bizi. Sistem bizi çıkarları için kullanır. Bizi biçimden biçime sokar ve en ufak bir hatada cezayı keser. Başta da dediğim gibi sistem bizi asgari çalıştırıyor. Yoruyor, incitiyor ve bazen de öldürüyor. Peki bu sizce böyle mi devam etmeli? Ben Franz Kafka olarak en büyük tepkimi bu kitapla ortaya koydum. Umuyorum ki insanlık da bu gidişata bir şekilde "Dur" der. Yoksa hepimiz o 64 karede dönüp dolaşan birer piyon olarak kalacağız.

Neden Yazdım?
Sistemden Kaçış
Relonx

K
üçük yaşlarda çeşitli ailevi ve toplumsal sebepler yüzünden çevreye yabancılaşarak büyümem ve yaşadığım dönemdeki sistemin insanlar üzerindeki etkisi, beni bu romanı yazmaya itti. Teknolojinin ilerlemesiyle çağımızın insanlarının makinelere olan ilgisi arttı. İnsanlar, asosyalleşmeye, yalnızlığa ve çevreye yabancılaşmaya başladı. Ve bunlar insanlar arasındaki sevgi ve hoşgörüyü azaltmaya başladı.
Bu olaylara romanımda yer verdim. Romanım her ne kadar kısa olsa bile içinde çok önemli mesajlar vermeye çalıştım.
Umarım bu romanımdan insanlar kendilerine güzel anlamlar çıkarmıştır. İnsanlar teknolojinin kölesi olmamalıdır.
Toplumun farklı olana yaptığı muameleye ve yaşamdan kopmanın verdiği yalnızlık ve gelecekten herhangi bir şey ummamak da romanımda içeren bazı açıklamalardır.

Neden Yazdım?
Gregor Samsa’nın Hayatı
Pelin Sakallı

Sistem, hayatta düşünmemiz gereken tek şeyin para olduğunu düşündürür. İnsanların yaşayış tarzının sadece para üstüne olması sistemin başındakileri daha zengin yaptığından sistem bunun üstüne kurulmuştur.
Gregor Samsa‘nın hayatı sadece bir örnektir. Kendini para kazanmaya odaklamış kişi kaybettiklerinin farkında olmaz, kazandıkları ise gerçekten kayda değer şeyler değildir. Zaten kazandıkları, kaybettiklerinin yanında hiçbir şeydir. Sistem, Gregor gibi insanları birer böceğe çevirir. Bir süre sonra o kişiye bakıldığında sadece ne kadar para kazandığı görülür. Elindeki telefona bakılır veya ne kadar güzel bir arabası olduğuna.                                                                                                      
Para insan hayatında insandan önemli bir yer taşıyorsa orada bir sorun var demektir. Eğer bir kişiyi değerlendirirken ona dikkat etmek yerine ne kadar pahalı giyindiğine bakılıp, karşısındakinden daha az zenginse eziliyor veya dışlanıyorsa, sistemin işleyişinin yanlış olduğu rahatça anlaşılır. İnsan, insana değer vermezse kim değer verir? Sistemin değer vermediği açık bir şekilde görülür.
Ben bu kitabı sistemin insanı koyduğu yeri anlatmak için yazdım. Sistem, insanı insan olmaktan çıkarır. Onları insandan başka herhangi bir şeye dönüştürür. Amaç budur. Olabildiğince çok para kazanıp onları kullanmaktır.

Neden Yazdım?
Güç-Para-İnsan
Deniz

Dönüşüm kitabını sistemi, halkın durumunu ve halkın durduğu yeri garipsememesini eleştirmek için yazdım. Samsa bir gün böcek olarak uyandığında bulunduğu durumu garipsemeyip işe gitmeye çalışması gibi halkın köleleşmesini anlatmak için yazdım. Samsa bütün ailenin rahat yaşamasını sağlayıp kendisi çok çalışırken övünülen bir kişiydi ve ona çok değer veriliyordu. Ama böceğe dönüştüğünde ailesinin bile ondan iğrendiği, nefret ettiği, ölmesi gerektiği düşünülen biri olmuştu. Samsa’nın yaptığı bütün iyiliklerin önemi kalmamıştı. Bu durumu yazdığım dönemle karşılaştırdığımızda insanların durumunun çok benzer olduğunu görebiliyoruz. İnsanlar güç ve para için birbirini eziyor, kullanıyor, değer vermiyor hatta eziyet ediyor. Ben Samsa’nın hikâyesiyle bunlara dikkat çekmek için yazdım bu kitabı. İnsanlar bu kitabı okuduğunda kendilerini sorgulamasını istedim bu kitabı yazarken. ‘’Böcek miyim? O kadar çalışırken neden bir böcek kadar bile değerim olmuyor?’’ gibi soruları kendilerine sormalarını istedim. İnsanları ezen kişiler için ise belki bir gün kendini düzeltmesini umarak yazdım. Herkes kendinin farkına vardığında belki bu durumun değişmesi için çabalayabilirler diye düşündüm. Sonuçta kimse öldüğünde insanların rahatlayıp mutlu olduğu, herkesin onu fazlalık olarak gördüğü, hiç değeri olmayan biri olmak istemez değil mi? Yani umutlarım için yazdım bu kitabı. İnsanların güç ve parayı umursamamasını umarak yazdım.    

Neden Yazdım?
İnsanlık Dönüşüyor
Aysel Döne
İnsanlığın gidişatını kitap yapmak istedim. İnsanların kişilik, sevgi, hoşgörü, saygı eksikliklerinin onları insan dışı bir varlığa dönüştüreceğini, insanlara göstermek, çok çalışıp kendine vakit ayıramamanın insanlıktan uzaklaştırdığını anlatmak istedim.
İnsanlar günden güne değerlerinden uzaklaşıp insan olduklarını unutuyorlar.
Bu durum açıkçası hoşuma gitmedi. Bu tür davranışların gelecek nesillerde de olacağını düşünüyorum bu yüzden onları uyarmak istedim. Çünkü insanlık değerlerini kaybedenler gün geçtikçe çoğalıyorlar.
 Bir insan olarak bu değerleri kaybedenleri görmek beni biraz korkuttu. Çünkü insanlar çevresine yeterince zarar veriyorlar. Bir de insanlıklarını kaybederlerse verecekleri zararları tahmin dahi edemiyorum. Buna bir dur denmesi gerektiğini düşünüp kitapta bir insanın böceğe dönüştüğünü anlattım. Çünkü insanlara imgesel anlam kullanmadan anlatsaydım dikkate alacaklarını düşünmüyorum.
 Bir insanı, insan olup başına kötü şeyler gelmesi değil; bir böceğe dönüşüp başına kötü şeyler gelmesi korkutur. Kitabımda ise insanlığın insan olmayı bırakıp başka bir varlığa dönüştüğünü somutlaştırdım.
Umarım “Dönüşüm” adlı kitabım insanlara, insanlığın başka bir yaratığına dönüştüğünü fark ettirir ve önlem aldırır.

Neden Yazdım?
Sistemin Bizden Bekledikleri
Nazlıcan Özkut

Dönüşüm’ün yazarı olarak, yazdığım kitabın çok farklı şekillerde yorumlanabileceğinin farkındayım. Bildiğiniz üzere, kitabım birçok kere yasaklandı ve sert eleştirilere maruz kaldı.
Kitabımı yazdığım dönem gerek yazdığım ortamda, gerekse tüm dünyada siyasi, sosyal ve ekonomik bir karmaşa vardı ve bu karmaşa en çok orta ve alt sınıf vatandaşları etkiledi.
Dönüşüm, hâkim olan sistemin orta sınıf vatandaşlar üzerindeki yansımasını anlatır. Gregor Samsa, sistemin ona yüklediği sorumluluklar, hissetmesini istediği duygular ve kendi düşünceleri arasında sıkışıp kalmış bir vatandaştır ve biraz düşününce, aslında Gregor Samsa’dan pek bir farkımızın kalmadığını kolaylıkla anlayabiliriz. Hepimizden doğduğumuz andan itibaren aynı şey isteniyor: büyü, okula git, yeterli akademik başarı elde edince işe gir, çalış, evlen, çocuk sahibi ol, yaşlanınca emekli ol ve geride kalan hayatını ne kadar anlamsız yaşadığına hayıflanarak öl. Hepimizin kaderine ve ortalama 65 yıllık hayatımızın her saniyesine bu çarpık(?) sistemin başını çekenler karar veriyor ve bu düzen çerçevesinde, insan öylesine yozlaşıyor ki, asıl yaratılış amacı olan düşünmek ve dünyada bir iz bırakabilmek eylemlerinden uzaklaşıyor.
Bu kitabı asıl yazma nedenim, insan olarak yaratılış amacımı bildiğimi ve unutmadığımı, insanlarda sistemin onları nasıl bir ‘hamamböceğine’ dönüştürdüğü farkındalığı yaratarak ifade etmektir. İnsanlığa ve dünyaya ufacık da olsa bir şey katabildiysem, yaşam gayemi yerine getirmişim demektir.

Neden Yazdım?
Eziliş
Süher Günaydın

Çünkü yaşadığım bu zamanlarda insanlar sanki bir böcek gibi eziliyor. İnsanlığın bir değeri kalmadı. Hep böyleydi zaten ama bu zamanlarda arttı.Sanayi devrimi sona erdiğinde insan gücüne olan ihtiyaç azaldı ve hâlâ insan  gücünü kullanan insanlar bir böcek gibi ezilmeye başlandı.Kitabımda asıl bunu anlatmaya çalıştım ama bunun dışında bazı ailelerinin ne kadar  nankör olduğuna da değinmek istedim.Gregor Samsa ilk başlarda işinde gayet iyi çalışırken,eve para getirirken hoş karşılanıyordu ama sonra böceğe dönüştüğünde ilk başlarda ihtiyaçlarını karşıladılar.Ama bir süre sonra Gregor’a bakmaktan bıktılar ve yemek vermemeye başladılar,evde istememeye başladılar.Bu da ailenin nankörlüğünü gösteriyor maalesef.Tabi ki kitabımı bunun için yazmadım.Sadece insanların bu konuyu dikkate almasını istediğim için yazdım.Umarım  bütün  insanlar bir gün Gregor Samsa gibi ezilmez.

Neden Yazdım?
İnsanın Çaresizliği
TuruncuBeyaz

Ben insanın çaresizliğini ve yalnızlığını anlatmak için yazdım. Bir insanın sevmediği bir işte sırf kendisinin bile olmayan borçlar için köle gibi çalışmasını insanlara aktarmak için yazdım. Ben bu kitapta insanın değerinin sadece işe yaradığında bilindiğini, oysaki kendisi için çabalayan birinin her zaman el üstünde tutulması gerektiğini kaleme aldım. Ben bu kitapta nankörlüğü ele aldım.
İnsanların dostluğu, beraberliği nereye kadar? İyiyken herkes yanında, kötüyken bir kişi bile yanında değil. Bu mudur sevgi? Bu mudur dostluk? İşte ben kitabımı bu yüzden yazdım. Sahteliği ve nankörlüğü gün açığına çıkarmak için.
                                             
Neden Yazdım?
İnsan Hayatı
Mirfanda

Ben dâhil tüm insanlar çevrelerinden yabancılaşarak kendi etraflarında monoton bir hayata başlamışlardır. Bu monoton hayat onları öyle bir sarmıştır ki çevrelerinde ne olup bittiğine dair en ufak bir fikirleri bile yoktur.
Kitabımdaki karakter Gregor da ailesinin borcu nedeniyle zorla ve onu çok “yoran” bir işte çalışmaktadır.
Belki de bu işten kurtulmanın tek yolu bir böceğe dönüşmektir. Bu kitabımda çevrenin baskısı ile bastırılan kişisel istekleri anlatmak istedim. Gregor yaptığı işten dolayı kişisel isteklerini görmezden geliyor ve onları tanıyamıyor mesela müziğe karşı ilgisini böceğe dönüştükten sonra fark ediyor. Sistemin otoritesinden yabancılaşmasından da böyle kurtulmuştur.
Aynı zamanda romanda Gregor’un iletişimsizliğini de ön plana çıkarmak istedim.
Sonuç olarak bu kitapta insanlığın dönüşümünü betimlemek istedim.

Neden Yazdım?
İnsandan Böceğe
BY

Yazmak benim hayatımın bir parçası. Ben yazmayı derin bir uykuya benzetirim hep. ‘’Dönüşüm’’ de benim I. Dünya savaşı yıllarında yazdığım en anlamlı ve en özel kitaplarımdan biri. Kitabımda bir insanın böceğe dönüşünü konu ettim. İlk önce bu insandan bahsedeyim. Gregor Samsa. Ailesine tapan bir adam...
Bir pazarlamacı ve yorucu bir işi var. Kendinden çok ailesi için çalışıyor. Yine bir iş sabahı uyandığında kendini böceğe dönüşmüş olarak buluyor.
Herkes ondan tiksiniyor ve korkuyor. Annesi ve babası bile... Başlarda bir sorun olmasa da ailesinin ona karşı bu duyguları öfkeye dönüşüyor. Babası tarafından yaralanıyor. Bir süre sonra da ölüyor.
Bu kitabım insanın yalnızlığını anlatıyor. İnsanın zor bir duruma düştüğünde aslında elinden kimsenin tutmayacağını ve verilen değerin bazen karşılığının alınmadığından bahsediyor.
Ailesi için çok çalışan bir adam için ailesinin verdiği tepki çok acı. İnsan çevresi ne kadar geniş de olsa bana göre hep yalnız bir varlıktır.
Teknolojinin gelişmesiyle belki de bundan 100 yıl sonra insan daha yalnız ve çaresiz bir varlık olacaktır.

Neden Yazdım?
Sistemin Yabancılaştırması
Özge Aynalı

İçinde yaşadığım dünyayı ve sistemi eleştirmek adına Dönüşüm’ü yazdım.

Başkahraman Gregor Samsa, sistemin baskı araçlarından biri olan iş hayatı yüzünden geleceğe yönelik isteklerinden vazgeçmiştir. Başkaları için yaşamaktadır ve yaşamdan kopmanın verdiği yalnızlık vardır. İçinde yaşamadığı hayat kendisine hükmetmektedir. Aslında Gregor Samsa’nın bu değişimi uzun zaman önce başlamıştır ancak kitabın başında tamamen böceğe dönüşmesiyle somutlaşır.

Rutin ve herkesin benzer olduğu bir dünyada Gregor Samsa dönüşümünü tamamlamış, alışılmışın dışına çıkmıştır. Herkesten farklıdır artık. İlk başta ailesi eski haline döneceğini umarak ona iyi davranır. Fakat zaman geçtikçe dayanamazlar ve rahatsızlık duymaya başlarlar. Çalışamadığı ve işe yaramadığı için istenmeyen bir karakterdir. Gregor’un içindeki insanlığı kimse görmez. En başta ailesi için istemediği bir hayatı yaşarken artık ailesinin gözünde iğrenç bir yaratık olmuştur. Gregor konuştuğunda kimsenin onu anlamaması ve sesinin bir vızıltı olarak çıkması insanların artık çevresiyle iletişim kuramadığını anlatmaktadır.

Çağımız insanı da zamanla yarışan, yaptığı rutin işten memnun olmayan makinelere dönüşmüştür. Yaptıkları işlerden dolayı isteklerine yabancılaşmışlardır. Modern hayat insanı duygusuzlaştırmıştır.

17 Mart 2015 Salı

aynen öyle güzellemesi


Dedim, hava güneşli ama pek soğuk. Titreyerek dedi, aynen öyle.
Dedim, sen de üşüyorsun o zaman. Onayladı. Dedi, aynen öyle.
Dedim, memleket bu aralar böyle. Çaresizdi ne yazık ki. Dedi, aynen öyle.
Dedim, keşke iki çorap giyseydim. Ayaklarına baktı. Dedi, aynen öyle.
Bunu, “ben de” der gibi kullandın değil mi dedim. Anlamadaki beceriksizliğimi yüzüme vurmadan dedi, aynen öyle.
  • Dedim, geceleri daha da soğuk
  • bir de sahte kömür olunca
  • şehir de fena öksürüyor dumandan.
  • Tebessüm etti,
  • dedi aynen öyle.
Bunlar bedava kömürden oluyor galiba. Dedi, aynennn öyle.
Dedim, seçimden kalma sanırım. Dedi, aynen öyle, aynen öyle.
Dedim sen de yakıyor musun evde öyle. Biraz mahcup, dedi, yav aynen öyle.
Dedim, dumansız hava sahası ihlal ediliyor ama. Hiddetlenmişti. Dedi, aynen öyle.
  • Dedim kış bitince soğuktan
  • ve dumansız hava sahasının dumanlarından kurtuluruz.
  • Umutlandı memleket için.
  • Dedi, aynen öyle.
Dedim, keşke sigara kadar o kömürle de savaşsak. İğdiş edilmiş bilinçlere adeta tokat atarak  dedi, ayyynen öyle.
Dedim, durum vahim, dolar uçtu borsa sıçtı. Duruldu. Dedi, aynen öyle.
Dedim, bunu son zamlar için dedim. Başını salladı elleri boş ceplerinde. Dedi, aynen öyle!
Dedim, belimizi büktüler. Sövmedi ama dedi, aaaynen öyle.
  • Dedim, sohbet ne güzel gidiyor.
  • Memnun memnun, dedi, aynen öyle.
  • Dedim, fakat tıkandık bir yerde.
  • Kahkaha atarak
  • dedi, ayneeen öyle.
Dedim, havalar gibi takım da kötü gidiyor. Üzüldü, dedi aynen öyle.
Dedim, sanırım yine sağlam bir sezon yok. Yarasını deşmiştim, dedi, aynen öyle.
  • Dedim bir de hakemler…
  • Kesti lafımı,
  • dedi aynen öyle.
  • Sürpriz bir hamle yapıp 
  • yeni bir cümle ile küfretti,
  • bu kez ben sazı aldım,
  • dedim aynen öyle.
Sonra sustuk. Susmak için susmadık, ‘aynen öyle’ler yorgun düştüğü için sustuk.
Dedim, iyi ki ‘aynen öyle’ var. Başını salladı bilgece, dedi aynen öyle.
Dedim, eskiden üç yüz beş yüz kelimeyle konuşuyoruz diye yakınıyorduk, şimdi iki kelimeye düştük. Türkçenin bu son hali için kahroldu adeta, ağlamaklı dedi, aynen öyle.
  • Onu daha fazla üzemezdim.
  • Ben gideyim artık,
  • sağlıcakla kal dedim.
  • Dedi, aynen öyle.
  • Bunu, “sen de” anlamında kullandın galiba dedim.
  • Kıt anlayışıma sitem ve çokanlamlılığa bir saygı duruşuyla
  • dedi, aynen öyle!
Mahcup olmuştum.
Anlam-yorum gücümü geliştirmek için biraz daha okumalıyım dedim giderken. Aynen öyle dedi. Bunu “ben de” anlamında değil, halime üzülerek, “geliştir kendini evladım” anlamında, evet git oku vurgusuyla söyledi.
Mırıldandım, aynen öyle, ile.
  • Ve kişisel gelişimimin kapılarını
  • açmıştım ben böyle.
Ne dediğini duyar gibi oldum, zihnimin içinde yankılanan bir elektrosaz sedası ile:
aayy-neyn-neyn-neynnn ööyyle-le-le-le…

sınav

2015 2. Dönem Mart 

Dil ve Anlatım Sınav Konuları
  • Sözcükte Anlam ve Yorum
  • Sözcük Grupları
  • Ses Olayları
  • Geçiş Dönemi Eserleri
Edebiyat Sınavı Konuları
  • Divan Şiirinin Özellikleri
  • Halk Şiirinin Özellikleri
  • Metin Türleri
  • Söz Sanatları
  • Şiirde Ahenk Unsurları
  • Ölçü, Uyak

nedir fan&zine

Fanzin, İngilizce FANatic ve magaZINE kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulan finansal kaynaklardan ve hiyerarşik yapılardan uzak alternatif bir basılı materyaldir. Farklı yöntemlerle çoğaltılan örnekleri olmakla beraber genellikle fotokopi aracılığı ile çoğaltılarak, satış amacı güdülmeden dağıtılan yayınlardır. Dergiden (Süreli yayınlardan) ayrı olarak, süresi belirsiz olarak çıkar ve daha amatörce hazırlanır.

Türkçede "Fanzin" olarak kullanılan "fanzine", genelde belirli bir konu üzerine işlenen yapıtlardan (yazı, resim, fotoğraf, karikatür, vb.) oluştuğu gibi, değişik ve çeşitli konuların yapıtlarının da bir araya gelmesiyle oluşabilir. Her türlü materyal kullanılarak oluşturulabilen fanzinler tek sayfalık olabileceği gibi birbirine zımbalanmış, iğnelenmiş çok sayıda sayfadan da oluşabilir. Geleneksel olarak el yazısı, daktilo, kolaj, çizim gibi farklı elementlerden oluşur.


16 Mart 2015 Pazartesi

Kadın kimdir? Kime denir?

Kadın kimdir? Kime denir?
BB

Kadın... Kadın acaba ne demek? Kadın dediğimizde insanların aklına gelen tek şey; anne, karşı cins vb. şeyler mi akla geliyor? Toplumda, özellikle Türkiye gibi bir toplumda kadının yeri, konumu, amacı veya görevi nedir? Çocuğunun annesi, evinin kadını, eşinin karısı mıdır kadın? Kesinlikle, hayır! Ben böyle sığ ve böylesine "çağdışı" bir düşünceye tamamen karşıyım. Benim bu konuda görüşlerim şu şekilde; bence kadın geleceği oluşturan, geleceği kuran, geleceği yönlendiren, geleceği-iyi ya da kötü şekilde- değiştiren, hatta geleceği yönetendir. Nasıl mı? Şu şekilde; kadınlar geleceği yönlendirecek olan ve yönetecek olan yani geleceğimiz olan gençleri ve çocukları doğuran, yetiştiren ve büyüten bir canlıdır. Kadın ne kadar bilgili olursa kendi çocuğuna da o bilgisini aktaracağından ve ona kendi bilgisi ve deneyimlerini sunacağından dolayı, o kadının çocuğu da o şekilde yetişecek ve bilgilenecektir. Ancak toplumumuzda kadının yeri Osmanlı' dan geldiği gibi arka planda ve kadın toplumumuzda anaç bir yapıya sahip ancak artık bu zihniyetin değişmesi lazım. Biz ne kadar çağdaşız desek de içten içe kadınları arka planlara atıyoruz. 

Çünkü inanmasak da içten içe kadınlara karşı bir güvensizliğimiz var. Kadınlara yapılan gerek fiziksel gerek psikolojik saldırıların ve baskıların engellenmesi erkeklere bağlı. Örneğin; bir çocuk ailesi içinde babasının annesine şiddet uyguladığını görürse o da öyle öğrenip ileride kız kardeşine veya eşine bu şekilde davranacak ve kadınlarımızın yeri hiçbir zaman belli olmayacak. Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren önce erkeklerimizi eğitmeliyiz ki geleceğin temelleri sağlam olsun.

Sorun

Sorun
Aysel Döne 

Kadın denildiğinde akla ne gelmektedir? Evinde oturup çocuğuna bakan, kocasını mutlu etmek zorunda olan ikinci sınıf vatandaşlar mı? Erkeğin gerisinden gelen, sokağa tek çıkamayan, sesli gülmeye hakkı olmayan, eve hava kararmadan önce dönmek zorunda olan, tacize/tecavüze/şiddette maruz kalmak zorunda olanlar mı? Evet. Günümüzde tam da akla bunlar gelmektedir. Hatta daha fazlası… Kadın olmak iğrenç bir şeymiş gibi davranılmaktadır, kadın olanlara ise değersiz bir eşyaymış gibi. Kadınlar eşya değildir! Kadınlar da insandır. Aynı erkekler gibi. Nefes alırlar, kalpleri atar, konuşurlar, yürürler. Yani erkek biyolojik faaliyetler açısından kadından üstün değildir. 
Kadınlar köle değildir! Kadınlar da özgürdür. Aynı erkekler gibi. Kadınlar da konuşmak isterse konuşur, susmak isterse susar, giymek isterse giyer. Yani erkek kadından haklar açısından da üstün değildir. 
Kadınlar düşünemeyen varlıklar değildir! Kadınlarda düşünür. Aynı erkekler gibi. Karar verir, soru sorar, öğrenir. Yani erkek zihinsel açıdan da kadından üstün değildir. 
Kadın ve erkek bu kadar eşitken erkeğe kendini üstün hissettiren ve toplumda kadını küçülten nedir? 
Aslında toplumda küçülen kadın değil zihniyettir. 
Kadını küçük görüp, erkeği üstün görmek zihniyetsizliktir. Kadın denildiğinde akla hakları olan, düşünebilen, güçlü bir birey olduğu gelmelidir. Evet güçlüdür. Çünkü kadın bütün bu zihniyetsiz davranışlara ve düşüncelere rağmen yaşamını devam ettirebilmektedir. Bu zihniyetsiz davranışları ve düşünceleri engellemek için insanlara gerekli eğitim verilmelidir.

Toplumsal Baskı ve Kadın

Toplumsal Baskı ve Kadın
Tolga Ercan Işık

Bir toplumu değerli kılan sizce nedir?
-Elbette toplumu değerli kılan şeylerin en başında kadın gelir. Kadın, aile ve toplum arasında bir köprü görevi görür. Kadının yerine getirdiği görevleri itibariyle, sosyal sistemin işleyişine katkısı büyüktür. Kadını erkekten ayıran ve ondan üstün kılan en önemli özelliği doğurganlığıdır. Bu sebepledir ki kadın kutsal bir varlıktır. "Dünya üzerindeki her şey kadının eseridir" diyen Atamız kadına haklar tanımışken maalesef toplum olarak bugüne kadar bunun kabullenemedik

Kadına şiddet uygulayan toplumlarda görülebilecek olumsuzluklar sizce nelerdir? 
-Kadının adı yok zihniyetini benimsemiş ve kadına şiddet uygulayan bir toplum gerilemeye ve yozlaşıp yobazlaşmaya mahkûmdur. Kadının ezilip fiziksel ve ruhsal şiddet görmesi o toplumun eğitim seviyesinin düşük olduğuna en belirgin olumsuz örnektir.

Toplumsal baskının yarattığı sorunlara birkaç örnek verebilir misiniz?
-En önemli sorunlardan bir tanesi olarak kadının geri planda kalması ikinci sınıf insan olarak bakılması... 21. yüzyıldayız ve bir öğrenci tek başına bir ev tuttuğu zaman ev sahibi ve çevredekiler tarafından yargılanıp yadırganıyor. Başka bir örnek vereyim, eşinden ayrılmış bir kadına toplumun bakış açısı da hiç hoş değil. Kırsal kesimlerde kadının üzerindeki baskı şehre göre daha fazladır. Bu yüzden kadın toplum içine çıkamaz, söz hakkı yoktur, düşünce ve fikir beyanı özgürlüğü elinden alınmıştır.

Sizce bir ülkede girişimci kadınların azlığı o ülkenin ilerlemesinde olumsuz etken midir?
-Evet, olumsuz etkendir. Günümüzde birçok kadının teknolojide, siyasette, kültürel alanlarda adını duyurmuş olması bu ülkenin kadınlara da ihtiyacı olduğunun göstergesidir. Bir kadın hem anne, hem yönetici, hem siyasetçi, hem bir eş olarak her alanda rol alabilecek kapasitededir. Geleceğini İleriye götürmek isteyen ülkeler kadınlarına sahip çıkmalıdır.

Kadın ve Toplum

Kadın ve Toplum
Burak Okur

Ülkemizde son yıllarda yaşanan olaylara baktığımızda kadınlara gereken önemi vermediğimiz hatta onlara zarar verdiğimiz apaçık ortada. Haberlerde gördüğümüz üzere bu olaylar kimi zaman bıçaklanma kimi zaman öldürülme ve hatta tacize kadar gidebiliyor. Bu tür olayların artık olmaması, kadınlara gereken önemi verilmesi gereklidir. Bu olayları gerçekleştiren kişiler nasıl bir zihniyete sahipler? Bir insan neden birini öldürsün veya taciz etsin? Ayrıca bunları yapan kişilerin gerekli cezayı almadıkları zamanlar oluyor. 
Avrupa ülkelerine baktığımızda bu tarz olayların çok az olduğu ve gerekli cezanın verildiğini görüyoruz. Peki, neden bizim ülkemiz Avrupa'daki ülkeler gibi değil? Neden bizim ülkemizde bu tarz olaylar çok fazla yaşanıyor? Bu olayları gerçekleştiren kişiler, mahkemede gerekli cezayı almıyorlar hatta cezaya indirim uygulandığı bile oluyor. Ve bazı kişiler bu olayları yapanı değil de masum yani başına bu olaylar gelen kişiyi suçluyorlar. 
Veya bu olaylara tepki göstermeyen ya da normalmiş gibi karşılayan insanlar da var ülkemizde. Kadınları bir obje gibi görenler de var. Kadınları eve hapsetmeye zorluyorlar. Bence çözüm olarak yapılabilecek çok fazla şey var. Bu tarz olayları gerçekleştiren kişilere daha ağır ceza verilmelidir. İnsanlar, çocuklarına ailede gerekli eğitimi vermelidir. Ve ülkemizde hiçbir zaman cinsiyet ayrımcılığı yapılmamalıdır. Bu söylediklerim çözüm yollarından sadece birkaçı ve son olarak ülkemizdeki insanları kadın ve erkek eşitliği hakkında bilinçlendirmeliyiz.

İnsanlık

İnsanlık
Süher Günaydın


Günümüz insanları kendini kral zannediyor. Karşı tarafı küçük görüp, başkalarının bedenlerine, düşüncelerine, hayat tarzlarına saldıranlar aldı başını gidiyor. Bu tip insanlar kendilerini hep merkezde görüyorlar. Onlara göre kendileri dışında herkese zarar verilebilir, tecavüz edilebilir, taciz edilebilir, mallarını hatta canlarını bile alabilirler. Maalesef bu zihniyetteki insanlar her geçen gün artıyor.
İnsanlara ve diğer canlılara zarar vermek bir hobi olmuş sanki. Kendi vahşi zevkleri, doymak bilmeyen egoları... Hoşgörü, sevgi, saygı, vicdan gibi duygular yok olmak üzere. Şu an gündemde Özgecan kardeşimizin haberi var. Maalesef Özgecan'ı bu tarz sebeplerden dolayı kurban verdik. Sanılmasın ki yaşanan sadece bu. Kim bilir bunun gibi bilinmeyen daha nice Özgecanlar var. Utançtan, ölüm korkusundan, şiddetten, toplumdan dışlanma korkusundan, daha şiddetli olaylara maruz kalma korkusundan anlatılmayanlar hatta anlatılamayanlar. Bazı insanlar bu durumda idam cezasını savunuyorlar. Bana göre çok yanlış bir düşünce. İnsanlara acı çektirmek bir çözüm değil ki böyle cezalar uygulansın.
Bana göre insanların her şeyi öğrendiği ilk yer ailedir. Çocuklar her zaman annelerini ve babalarını örnek alırlar. Onların yapmadıklarını yapmaz, yaptıklarını iyi bir şey gibi yaparlar. Ailesinden sürekli işkence gören çocukların çok acı çekmelerine, ailelerine kinlenmelerine rağmen çoğu ileride kendi çocuklarına bu yöntemi uyguluyorlar. O yüzden böyle cezalar verilmesini istemektense çocuklarımızı en iyi şekilde eğitmeliyiz. Onlara ahlakı, doğruyu yanlışı öğretmeliyiz. Kendinden zayıf olanı korumayı öğretmeliyiz. Laik olmayı öğretmeliyiz. Saygı göstermeyi, sevgiyi ve sevginin kutsallığını öğretmeliyiz. Tüm güzellikleri öğretmeliyiz ki böyle karanlık zihniyetler ortadan kalksın. Kalksın ki bir daha yaşanmasın.

Eskiden Gelen

Eskiden Gelen
Mirfanda

Toplumumuzda kadın hep cinsiyetinden dolayı, hor görülmüştür ve halen de hor görülmektedir. Bunun temelinde, eskiden gelen ve aile içinde erkek çocuğun kız çocuğundan üstün görülmesi yatmaktadır. Ancak bu ayrımcılık yapılırken erkek çocuğu da dünyaya getirenin kadın olduğu hiç düşünülmez. Kadınlar, toplumumuzda ne kadar dışlansa da, hor görülse de kıymetli varlıklardır. Onlar, erkeğe iyi bir eş, evine iyi bir hizmetçi, çocuklarına iyi bir annedir. Toplumumuzda ne kadar erkeğe, kadından daha çok değer verilse de; yaşlılıklarında anne ve babasına en yakın olan, onlara gözü gibi bakan ve destek olan yine kız çocuklarıdır.

Toplumumuzda, aile içinde kız çocuğu hep yasaklarla, kısıtlamalarla, baskı altında büyütülür. Çünkü ona fiziki gücünün erkekten daha düşük olması nedeniyle 'Sokağa çıkma, yolda yürürken sağa sola bakma, akşam olmadan evde ol,'gibi sınırlarla etrafına duvar örülür. Yanında bir erkekle görülürse; ölümlerden ölüm beğenilir. Töre cinayetlerine kurban edilir, erkek tarafından dövülür, bıçaklanır ve hatta silahla vurulur. Tecavüze uğrar ve ne hikmetse suçlu olur, çünkü toplum kadını potansiyel suçlu olarak görmektedir, bu nedenle ilk söylenen şey 'Tavuk kuyruk sallamazsa horoz peşinden koşmaz.' lafıdır.

Bugün medeni ülkelerde, kadın yaşamın her aşamasında görev almaktadır. Hem iş hayatında hem sosyal yaşamda hem de aile hayatında önemli roller üstlenmektedir. Onlara toplumda eşit olarak değer verilmektedir. Ancak batı ile doğu arasına sıkışmış ülkemizde ne yazık ki kadın halen bir kenara itilmiş ve 'saçı uzun aklı kısa' zihniyetiyle hor görülmektedir. Özellikle kadınların şiddete, cinayetlere, tecavüzlere ve gasp ile kap kaçlara maruz kalması bu zihniyetin ürünüdür.



Artık bu çağ dışı zihniyeti bir kenara bırakma zamanıdır. Kadınlara toplumda hak ettikleri yeri verme zamanıdır. Onlar dinimizde bile kıymetli varlıklar olarak tanımlanmışlardır.''Cennet anaların ayakları altındadır.' ve 'Kadınlar sizlere Allah'ın bir emanetidir.''

Kadın Hakları

Kadın Hakları
Ayşe Akdeniz

Ülkemizde üniversiteli bir genç kızın tecavüz edilip vahşice öldürülmesiyle herkes kadını, kadın haklarını, insanlığı hatırladı. Belki de insanların gözünde bu, bardağı taşıran son damlaydı. Peki biz bu tür olaylara, kadının hor görülmesine nasıl karşı koyacağız? Bunlar neden oluyor? Bence kadını hor görmenin, haklarına saygı duymamanın ve erkeklerle eşit görülmemesinin asıl nedeni aileden geliyor. Hala medeni hayata geçememiş insanlar aile içinde maalesef kadını, kız çocuklarını hor görüyor. Onların gözünde kadın, hizmet etmesi gereken kişi, canı sıkkın olduğunda hırpalayabileceği kişi, duyguları olmayan bir hizmetkar. Aile içerisinde kadının dövüldüğü, kız çocuğuna sürekli baskı uygulandığı bir ortamda büyüyen kişinin kadına karşı saygı duymasını beklemek mantıksızdır. Dünyanın neredeyse her yerinde çoğu kadın sokaklarda rahat yürüyemiyor, her zaman tehdit altında hissediyor kendini. İstediğini giyemiyor, istediği saatte dışarıda olamıyor. Çünkü erkekler sokakta tek başına yürüyen bir kadın görünce, onu bir hedef olarak görüyorlar. Onlara kalırsa bu onların doğal hakkı ya da kadınların mini etek giymesi bir işaret, o da giymeseymiş değil mi? Zihniyetleri böyle olan insanlar çok fazla. Tüm kadınlar bu kadar ses çıkarıyor, bunlar bitecek mi? Kadınlar sadece sözde değil gerçekten erkeklerle eşit olmalılar ve sadece gelişmiş kesimlerde değil, dünyanın her yerinde eşit olmalılar. Kadınların bu kadar çabalamasına gerek olmamalı, çünkü bu onların hakkı.

Kadın İnsandır

Kadın İnsandır
Nazlıcan Özkut

Bugünlerde siyah giyiyoruz hepimiz, bir hiç uğruna ölen onca kadınlardan en yenisi olan Özgecan’ın yasını tutuyoruz. Özgecan, ölen diğer kadınlardan farklı olarak tüm ülkede büyük bir yankı uyandırdı, ölümünün tek iyi sonucu bu belki de.
Toplumumuzun zihniyeti öyle hastalıklı ki, mini etek giydiği için tacize uğrayan kadınlar suçlu bulunuyor. Tecavüze uğrayan kadınlar hamile kaldıklarında suçlu bulunuyorlar, hiç kimsenin umurunda değil tecavüz olması. Kadınsan suçlusun, kadınsan ikinci sınıf vatandaşsın, kadınsan sen bir üreme makinesisin, kadınsan sen erkeğin –bu sokaktan geçen herhangi bir erkek de olabilir- isteklerini yerine getirmek zorundasın.
Bugün Avrupa’da sayılan ülkeler arasında sadece Türkiye’de FEMEN faaliyet gösteremiyorsa, ben, denize gittiğimde bile kot şort giyemiyorsam, otobüste “Acaba taciz edilecek miyim?” korkusuyla bir erkeğin yanına oturuyorsam, söylenecek çok şey yok bence. Ve bence, eğer bu zihniyetin kökünü kazımak istiyorsanız, yapmanız gereken çok basit. Özellikle erkek çocuklarınıza, kadının da insan olduğunu, tıpkı erkekler gibi kadınların da istediğini yapabileceklerini, gülebileceklerini, kendini savunabileceklerini, düşünebileceklerini öğretin. Çocuklarınıza sarılmanın kötü bir anlam taşımadığını öğretin. Çocuklarınıza kadının değer görmeye layık olduğunu, kadınların sevilmeye değer olduğunu öğretin. Çocuklarınıza kadın vücudunun sadece üreme organından ibaret olmadığını öğretin. Çocuklarınıza kadının da insan olduğunu ve şiddetin her türlüsünün onur kırıcı olduğunu öğretin. Çocuklarınıza onların erkek olarak kadınlara istediklerini yapabileceklerini değil, karşısındaki kadının özgürlüğünün başladığı yerde onun özgürlüğünün bittiğini öğretin. Çocuklarınıza hormonlarıyla değil, beyniyle düşünmeyi öğretin. Çocuklarınıza cinsiyet ayrımını değil, sevgiyi öğretin.

Kadının Önemi

Kadının Önemi
Beyza Yükseliş

Kadın, çok değerli bir varlıktır. Bütün zorlukların üstesinden gelebilecek bir güce sahiptir. En önemlisi o bir annedir. Fakat günümüzde kadın, olması gereken değeri görmüyor. Bundan yaklaşık 150 yıl önce de görmüyordu. Atatürk’ten önceki dönemlerde kadınlar hor görülürdü. Sadece çocuklarına ve kocalarına bakmakla yükümlüydüler. Okumaları hoş karşılanmıyordu. Kadın erkek eşitliği söz konusu bile değildi. Atatürk defalarca; savaşta çalışan, milleti için canını feda eden Türk kadınlarına çok değer vermiş ve onlar için Medeni Kanun’u hazırlamıştır. Fakat şu anda bunların hepsi adeta yok oldu. Kız çocuklarının okumamasını isteyen, kadınların hiçbir haktan yararlanmamasını isteyen, en önemlisi bir kadın ve bir erkeği eşit olarak görmeyen çok geri kafalı bir zihniyet var. Kadınların hiçbir şekilde güvenlikleri yok. Şiddete, tecavüze maruz kalıyorlar. Ve bunların başlıca kaynağı kadınları değersiz gören ve onları hiçe sayan erkekler. Kadınlar bu yüzden tehdit altındalar. Şiddet ve tecavüz her an her kadının başına gelebilir. Bir diğer nedense ailedeki eğitim. Herkes kızını dışarıya yollarken dikkat etmesi için uyarıyor da, niye kimse oğluna bir annesi ve kardeşinin olduğunu hatırlatmıyor?

Kadına uygulanan şiddetin önüne devlet olarak yasalar çıkararak, sivil toplum örgütleri olarak eylem, gösteri ve toplantılarla geçebiliriz. Fakat bu bir ayda ya da bir yılda olabilecek bir şey değil. Bu uzun bir süreç. Kadının hiçliği, değersizliği sadece ülkemiz için geçerli değil. Bu tür olaylar tüm dünyada geçekleşiyor.

Kadına tecavüz ve taciz edenin, şiddet ve baskı uygulayanın cezası çok ağır olmalı. Bunu yapanlar geçirdikleri her gün acı çekmeli, her gün ölmeleri için yalvarmaları gerek. Peki, bu önlemlerin alınması için illaki Özgecan gibi genç bir kızın vahşice ölmesi mi gerekiyor? Oysa dünyada o kadar gün yüzüne çıkmayan, duyulmayan, bilinmeyen olaylar var. Buna artık bir son denmeli. Ve herkesin birbirine destek olması gerek. Belki bu insan dışı zihniyeti yok edemesek de en aza indirgemeliyiz.

Mesele Zihniyette

Mesele Zihniyette
TuruncuBeyaz

Kadına şiddetin en yaygın olduğu ülkelerden birinde yaşıyoruz. Neden şiddetin hep ön planda olduğunu düşündünüz mü? Bunun cevabı basit. Her şey önce aile ve çevreden başlar. Daha küçük yaşta erkek çocuklarına "vur oğlum, göster gücünü" diye onu teşvik eden biz insanlar değil miyiz? Bu ülkede yaşamak gerçekten zor. Kadın olarak yaşamak daha da zor. Sözde, kadın erkek eşitliğinden bahsedilir. Fakat ne kadar eşitiz? Eşitsek neden erkeklerin ön planda olduğu bir sistem var bu dünyada? Bunun cevabını önce zihniyetlerde aramalıyız. Geçmişten günümüze kadına verilen değer ortada. Doğuda okula gitmeyen, gitmesine izin verilmeyen yüzlerce kız çocuğu var. Ve bunun tek açıklaması, okumanın onlara bir şey kazandırmayacağı, aksine bir koca bulup okumak yerine küçük yaşta onunla evlenmesi gerektiğidir. Eşitliğin sağlanması, şiddetin her türlüsünün yok olması için başlanacak ilk nokta bu geri kalmış zihniyeti çökertmektir. Biraz da yaşanmış olaylardan bahsedelim. Fazla erkeğin bulunduğu ortama girmeye korkan kızlar çıktı artık ortaya bu zihniyet sayesinde. Aslında bunun nedeni biz erkeklerde olabiliriz. Yoldan geçen kızlara laf atmak erkeklik midir? O biraz tartışılır. Erkeklikle adamlık arasında çok fark vardır. Ne giyeceğini de şaşırır oldu kızlar. Etek de giyse, şort da giyse, pantolon da giyse, tayt da giyse yine de laf atar oldu o erkek(!) dediklerimiz. Bazı evli erkekler eşlerinin dışarı dahi çıkmasına izin vermezken, kendileri kıraathanelerde oturup gelene geçene laf atmaktan hiç çekinmiyorlar. Eşleri sokağa çıkarsa da başlıyorlar şiddete. Bu sistem ve zihniyeti kırmak epey zor. Başta kadınların sessiz kalmaması, seslerini duyurmaları lazım. Ve ailelerin çocuğu nasıl eğitmesi hakkında bilgi verilsin ki kadınına değer veren bir topluma kavuşalım.

Şiddet ve Aile

Şiddet ve Aile
İsmail Sayılıkan

Şiddet toplumda geçmişten kaynaklı sorunlardan oluşmaktadır. Bir aile düşünelim aile içinde şiddetle büyüyen bir çocuk; yanlışlıkla vazo kırdığında, kötü bir karneyle eve geldiğinde tokat yiyen ve çocuğun yaptığı yanlışı böyle cezalandıran bir aile. Böyle bir ortamda büyüyen bir çocuk ne kadar düzgün davranışlar sergileyebilir? Büyüyünce oda çocuklarına şiddet uygulayacak çünkü böyle yetişmiş bu yaptığı elbette ki yanlış ama en büyük yanlış bu değil şimdi geri dönelim ve hikâyeyi biraz değiştirelim bakalım ne olacak? Bir aile düşünelim aile içinde sevgi ile büyüyen bir çocuk yanlışlıkla vazo kırdığında, kötü bir karneyle eve geldiğinde anlayışla karşılayan ve nedenini konuşarak anlamaya çalışan bir aile. Çocuk büyüdüğünde de çocuğuna aynı şefkatle yaklaşır. Ve göründüğü gibi tek bir şeyi değiştirdik ve tüm hikâye değişti değiştirdiğimiz şey bizi biz yapan şeydi gerçekten bizi insan yapan şeydi… Sevgiydi.

Kadına Şiddet

İlk önce başlamadan önce kadın ve erkeğin arkadaşlığı en içten en samimi olandır çünkü birbirini tamamlarlar. Toplumumuzda kadına yönelik şiddet gittikçe artıyor. Bunun nedeni zihniyet geriliği saçma inançlar olabiliyor. Biz kadınlarımızın istediği gibi giyinerek rahatlıkla güven içinde gezebilmesini istiyoruz ne yazık ki şuan ki toplumumuz da bu mümkün değil. Bir kocanın eşini kızını dövmesi ya da yoldaki bir erkeğin bir kadını taciz etmesi bunlar çok rahatsız verici şeyler ve bir şeyin çok yanlış anlaşıldığını gösterir. Erkekler evet fiziksel olarak daha güçlü ama bunun nedenini hiç sorguladınız mı? Ya o güç sevdiği kadını korumak içinse? Ya ona güvende hissedebileceği bir yuva sağlamak içinse? Bazen bazı şeyleri daha iyi düşünmemiz lazım ve bu ülkenin kadınları artık rahatça sokakta yürüyüp evi gibi görebilmeli.


Kadın Bir Obje mi?

Kadın Bir Obje mi?
Özge Aynalı


Ülkemizdeki en büyük problemlerden biri de kadına değer verilmemesi ve bir insan olarak hak ettiği saygıyı görmemesidir. Bunun nedeni aile içi baskı ve şiddet ya da cehalet olabilir. Bana göre bu durumun en temel nedeni yasaların uygulanmaması ve insana değer verilmemesidir. Dünyanın her yerinde 'insan hakları', 'kadın hakları' vardır ama gerçekleşen olaylara bakıldığında bu hakların sadece yazılı olarak kaldığı ve uygulamanın olmadığı açıkça belli oluyor. Uygulama olmadığı için de bu yasalar suç oranını azaltmıyor ya da eşitliği sağlamıyor.
Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki 'namus' insana ait bir kavram olmasına rağmen sadece kadına yükleniyor. Çoğu insana göre kadın bir obje. Öyle bir obje ki okumamalı, sokağa çıkmamalı, konuşmamalı, yüksek sesle gülmemeli, her giydiğine dikkat etmeli. Bu gün bile bir kadın katledildiğinde hangi saatte sokakta olduğu, kılık kıyafeti, okuması mazeret olarak gösterilebiliyor. Bu da toplumun zihniyetinden kaynaklanıyor. Bir ülkede sistemi veya yasaları kolaylıkla değiştirebilirsiniz ama en zoru insanların zihniyetini ve değer yargılarını değiştirmektir.
Kadına değer verilmediği bir gerçek fakat önce insana değer verilmiyor. Bence bunun çözümü şiddet, ceza ya da idam olamaz. En etkili çözümü toplumsal hoşgörüyü, anlayışı ve empatiyi sağlamaktır.

Hayır

Hayır
Lord Stark

Gene bir kadına şiddet haberi şaşırdım mı? Hayır. Artık günlük hayatımızın bir parçası oldu. Her gün haberlerde görmek zorunda kalıyoruz. Ne kadar korkunç bir durum. Bu durum hepimizi üzüyor. Bunu yapanlara öfkeleniyor, onlara lanetler okuyoruz. Sadece bu kadar. Hiç daha derine ineniniz oldu mu? Bu durumun nedenini araştıran bu durumu azaltmak için neler yapılması gerektiğine bakan daha da önemlisi bu duruma devletlerin (Batılı devletler dışında) neden çözüm bulmuyor!

Davayı kapatma. Aç. Bayanların daha rahat sağlıklı güven ve huzur içinde yaşamasını sağla. Madem devletsin yapacaksın. Bu her devletin görevidir. Yok, sadece söz söylüyorsunuz.'' Bu caniliği esefle kınıyoruz'',''Bunu yapanları lanetliyoruz.''… deme…

Hadi her şeyi geçtim bari eğitimi doğru düzgün verin be kardeşim. Bu işler imam-hatip açmakla bitmez. Bu sadece devletin görevi değil ailenin de görevi. Sen çocuğuna doğru düzgün eğitim vermezsen onunla ilgilenmezsen o da it kopuk olur gelir bir gün başkasına zarar verir. Çocuk ne bilsin ailesinden böyle görmüş. 

Zaten ülkemiz cinsel açlığın Afrikası'dır. Ülkemizin erkeği biraz açık giyinen bayan görsün tuvalet görmüş ishaller gibi davranırlar. Önce bakışlarıyla rahatsız ederler. Ne hakkınız var buna. Sizin kız kardeşiniz yok mu? Ha şimdi dersiniz o böyle açık giyinmez diye. İsterse çıplak gezer ve bu seni zerre kadar ilgilendirmez. Onun vücudu onun kararları.

Cinsel taciz bir yana daha da önemlisi şiddet ve dayak da var ne yazık ki ülkemizde. Yok, sen beni sevmiyorsun… Sen başka erkeğe baktın… Ayrılmak istiyorsun… Benim olmazsan kara toprağınsın diyip gözünü bile kırpmadan öldürüyorlar. Dayak atıyorlar. Yüzleri kolları vücutları morarıyor. Eğer ki birine söylersen daha çok dayak daha çok dayak. Polise gidersen uzaklaştırma verirler. Adam akşam evine gelir öldürür seni. Daha çok örnek sayabiliriz ama saydıkça utanç verir insana.





İşte ülkemin ve bayanlarının sorunları... O kadar çoklar ki. Çözüm? Yok. Anca tartışın birbirinizi yiyin hiç düşünmeyin kadına şiddeti. Ancak bir gün başınıza gelirse anlarsınız o zamanda çok geç olur. Bize çözüm lazım ama gün geçtikçe çözüm gelmiyor sorunlar artıyor. Böyle devam etmez, edemez. Elbet bir gün düzelecek bakalım o günü görebilecek kadın kalacak mı?