23 Aralık 2015 Çarşamba

Yalnız Ev

Yorucu bir yolun ardından sonunda çocukluğumun, gençliğimin geçtiği eve gelmiştim. 
Geldiğimde tamamen hayal kırklığına uğradım. 
Yaşadığım anılarım damla damla süzüldü yanaklarımdan. 
Büyümek ne kadar kötü bir şeymiş dedim. 
Dört katlı evimizin önünden akan su, pembe kapı, mis gibi kokan portakal ağaçları, yanındaki çeşme, çeşmenin yanında kocaman bir garaj. 
Garajın yanında harap olmuş sadece içerideki musluğun sapasağlam kaldığı toprak ev. 
Evin arkasında dedemin tahtadan yaptığı kapı hemen arkasında duran yine topraktan yapılmış üstü kapalı alet edevatların olduğu yer ve iki tane çit. 
Çitlerin hemen arkasında kocaman bir arazi. 
Az mangal yapmamıştık orada, az sakatlanmamıştık, az top oynamamıştık. 
Ben böyle bilirdim buraları. 
Neşeli, cıvıl cıvıl, dostluk kokan. 
Ne olmuş buraya böyle? 
Sevgisiz kalmış buralar, dostsuz ve yalnız kalmış buralar...

Beyza Yükseliş

2 Aralık 2015 Çarşamba

BETİMLEME

Hava kararmak üzereydi ve ben karanlıktan korkardım. Bu yüzden adımlarımı hızlandırdım. Etrafta pek insan yoktu. Ama insanın aksine kedi çoktu. Kediler yığılmış çöp poşetleri arasında dolanıp duruyorlardı. Geçtiğim yollar çöpler özellikle de sigara izmaritleri yüzünden adeta renk değiştirmişti. Yolun sağ tarafında bulunan binalar ise yollara göre oldukça temizdi. Hatta bu kadar sigara izmaritine rağmen renkleri hala canlıydı. Sol tarafta bulunan binalar ise yollara göre temiz olmasına rağmen sağ taraftaki binalara göre kirliydi.  Ama yinede gri ve siyah renkleri ile güzeldi.
Adımlarımı biraz daha hızlandırdım ve iki dakika dahi sürmeden bu ıssız sokağı geride bıraktım.

AYSEL DÖNE

1 Aralık 2015 Salı

soru kökü

SON YILLARDA ÇIKMIŞ PARAGRAF SORU KÖKLERİ

Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinden itibaren çocukta, anne babasıyla ilgili düşünce değişikliğinden söz edilmektedir? (2015)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerle ilgili olarak aşağıda verilenlerden hangisi yanlıştır? (2015)
Bu parçanın sonuna, düşüncenin akışına göre, aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? (2015)
Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? (2015)
Bu parçanın anlatımıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez? (2014)
Bu parçanın sonuna, düşüncenin akışına göre, aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? (2014)
Bu parçada yapay zekâ uygulamalarına ilişkin olarak yukarıdakilerden hangilerine değinilmiştir? (2014)
Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılabilir? (2014)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde betimleyici öğelere yer verilmemiştir? (2013)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerle ilgili olarak aşağıda verilenlerden hangisi yanlıştır? (2013)
Bu parçada aşağıdakilerden hangisi ağır basmaktadır? (2013)
Bu parça iki paragrafa ayrılmak istenirse ikinci paragraf hangi cümleyle başlar? (2013)
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi yoktur? (2013)
Bu sözleri söyleyen bir yazardan aşağıdakilerin hangisini yapması beklenebilir? (2013)
Bu parçanın sonuna düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilebilir? (2013) x2
Kahramanından böyle söz edilen bir roman, aşağıdakilerden hangisini anlatıyor olabilir? (2013)
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisi çıkarılabilir? (2013)
Bu parçadaki düşünceye en yakın görüş aşağıdakilerden hangisinde vardır? (2013)
Böyle diyen bir yazardan aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenmez? (2013)
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisi çıkarılamaz? (2013)
... hangisinden söz edilmemiştir? (2013)
Bu parçanın anlatımı için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? (2013)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde kişisel düşünceye yer verilmemiştir? (2012)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde hem olumlu hem de olumsuz bir eleştiri söz konusudur? (2012)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden hangisi düşüncenin akışını bozmaktadır? (2012)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde yalın bir anlatım söz konusudur? (2012)
Bu parçanın başına düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilebilir? (2012)
Bu parçanın sonuna düşüncenin akışına göre aşağıdakilerden hangisi getirilebilir? (2012)
Bu parçaya göre ... hangisi ile ilişkilidir? (2012)
Aşağıdakilerden hangisi bu parçada belirtilenleri destekler niteliktedir? (2012)
Bu parçada tanıtılan yazar tipinden yola çıkıldığında nitelikli bir yazarla ilgili olarak aşağıdakilerin hangisine ulaşılamaz? (2012)
Bu sözleri söyleyen kişiden aşağıdakilerin hangisi beklenemez? (2012)
Bu parçada ...  aşağıdakilerden hangisine değinmemiştir? (2012)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisi, sözü edilen şairin şiirlerinin içeriğiyle ilgilidir? (2011)
Parçadaki cümlelerden hangileri anlamca en yakındır? (2011)
Bu sözler aşağıdakilerden hangisine karşılık olarak söylenmiş olabilir? (2011)
Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir? (2011)
Bu parçada yazar aşağıdakilerden hangisine yakınmaktadır? (2011)
Bu parçada ... hangisine değinilmemiştir? (2011)
Bu parça iki paragrafa ayrılmak istense ikinci paragraf hangi cümleyle başlar? (2011)
Bu parçadaki numaralanmış yerlerden hangisine düşüncenin akışına göre “...” cümlesi getirilebilir? (2011)
Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi yoktur? (2010)
Bu parçada boş bırakılan yere hangisi getirilmelidir? (2010)
Numaralanmış yerlerden hangisinin yerine “...” cümlesi getirilmesi uygun olur? (2008)
Bu parçanın anlatımında özellikle hangisine başvurulmuştur? (2007)
Bu parçada anlatılmak istenenle ... arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir? (2007)
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden hangisi düşünce akışını bozmaktadır?(2010,2008,2006,2005)
Bu parçanın sonuna aşağıdakilerden hangisi getirilemez? (2006)
Bu parçada yazarlar hangi açıdan eleştiriliyor? (2006)
Bu sözler aşağıdakilerin hanginin yanıtı olabilir? (2004)
Bu parçada vurgulanmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?(2004)

Bazı soru kalıpları birçok yıl çıkmıştır, hepsini belirtemedim. Genellikle aynı kalıpları yazmamaya çalıştım.


Barış Toprak

30 Kasım 2015 Pazartesi

kızılderili

Forrest Carter, okuduğum ilk Kızılderili yazar olsa gerek. Kitap kolay okunan bir türden, pek sıkılmadım çünkü her bölümde almamız gereken bir ders var. Sadece bazı kalıplar çok kullanılmış, ama yine de kitabı beğendim. 
Bu kitap, biraz da eğitim sistemiyle alakalı gibi. Küçük Ağaç'ın her şeyi deneyerekten öğrenmesi öne çıkıyor. Bir maceraya genellikle sevdiği birisiyle atılıyor ki atıldığı bazı maceraları uygun bulmuyorum, böylelikle de öğrenmek uygun olan maceralar için eğlenceli bir hal alıyor. 
Kitapta öne çıkan konulardan birisi de bence yanlışlarımızdan ders almaktı. Yine de her konuya, büyükbabanın "buzağı" konusuna yaklaştığı gibi yaklaşmamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bence sevdiğimiz birisi çok büyük bir yanlış yapmak üzereyse o kişiyi durdurmamız gerektiğini düşünüyorum. 
  
E.

14 Kasım 2015 Cumartesi

çerokiler

MASALIMI DUYACAKSIN

"Yakında burada olmayacağım,
Masalı duyacaksın
Kanımın arasından
İnsanlarımın arasından
Ve kartalın çığlığından
İçerideki canavar asla sakinleşmeyecek" *

Bu sözler, Yeni Dünyanın asıl sahiplerinin yaşadığı trajediye ses olan en masum satırları barındırıyor içinde. Toprağı dinle, doğayı dinle, ağaçları dinle; kendilerinin değerini bilmiş olan o insanlar için nasıl da çığlık çığlığa ağıt yaktığını duyacaksın. Elbette, ortada dinleyecek bir ağaç, yaşayan bir toprak, seninle konuşacak bir doğa bulabilirsen.
"Ufuk çizgisinde ilerliyorum
Gözyaşı yolunu takip ediyorum"*

Kaç çocuk annesini kaybetti senin hırsının gölgesinde? Kaç adam eşini kaybetti, kaç ev babasız kaldı senin dönmüş gözünü doyurmak için? Kaç tane ağıt yakıldı kayıpların arkasından, kaç can aldın bir karış toprak için? Kaç insanın yurduna gözünü diktin, gideceğin yerin bir karış topraktan büyük olmayacağını bildiğin halde? Üzüldün mü? Sıcak evine döndüğünde bakabildin mi çocuklarının yüzlerine, öpebildin mi annenin babanın elini?
"Beyaz adam geldi
Kutsal toprakları gördü
Biz önemsedik, siz aldınız
Siz savaştınız, biz kaybettik
Savaş değil aslında, adil olmayan bir dövüş
Manzara kanla güzelce boyandı"*

80 dakikada bir milleti yok edecek kadar geliştirdiğin soğukkanlı teknolojin, vicdanını rahatlatmıştır umarım. Umarım ölmemişsindir beyaz adam, ölüm sana ancak bir mükafat olabilir. Düşün beyaz adam, tek bildiği doğayı, Gidişat'ı, insanları sevmek olan altı yaşındaki bir çocuğu kırbaçlayacak kadar ne yaşamış olabilirsin? Sırf senin ahlak kuralların çerçevesinde doğup yetişmedi diye bir çocuğa piç diyecek kadar yüreğini nefretle dolduran ne? 
Peki sen, çocuk; bedeninde belki de kapanmayacak yaralar açan bu insanları, seni ait olduğun yerden ayıran bu insanları bile sevecek kadar büyük bir yüreğe nasıl sahip oldun? Altı yaşındayken nasıl olur da yaşının belki de on misli yaşta olan bir adamdan daha büyük bir yüreğe sahip oldun?

Nazlıcan Özkut

9 Kasım 2015 Pazartesi

Küçük Ağacın Eğitimi


Forrest Carter’ın otobiyografik öyküsüdür. Öyküsünde Kızılderili hayatını, onların doğa ile ilişkisini ve beyaz adamla mücadelesini anlatmaktadır. Öyküde en çok Küçük Ağacın büyükbabasıyla sohbet ettikleri ve büyükanne ile üçünün iş yaptığı mutlu bir aile oldukları yerleri sevdim. Ama hikaye hep mutlu devam etmiyor özellikle hikayenin son bölümü nerdeyse tüm hüzünlü anların toplandığı bölüm olmuş böyle oluşu aslında öyküyü daha bir mükemmel kılmış (zaten hikaye otobiyografi yani olayın gerçeği böyle). Son olarak Küçük Ağacın her şeyi tecrübe ederek yaşaması hayatın ta kendisinden başka ne anlatıyor olabilirdi ki?


İsmail Sayılıkan

3 Kasım 2015 Salı

Hiyeroglif Masallar


Horace Walpole tarafından yazılan bu kitabı okuduğumda üslubunu Franz Kafka’ya benzettim. Hiyeroglif Masallar da Kafka’nın kısa denemeleri gibi aynı sayfayı defalarca okutturan, farklı pencerelerden bakmaya iten masallardan oluşuyor. Aynı zamanda bu kitap İngilizcenin ilk sürrealist metin örneği olarak da tanımlanıyor.

İlk bakışta saçma ve anlamsız olduğu düşünülse de her masal o dönemin olaylarına ait göndermelerde dolu. Daha önce bu tarz bir kitap okumuş olsam da yazarın eleştirdiği, dalga geçtiği olaylara ve o döneme yabancı olduğum için kitabı tam olarak anlayamadım. Belki de bunun nedeni yazarın önsözde bahsettiği ‘insanların sadece öğrenmek ve zihinlerini geliştirmek için okuduğu zaman’ henüz gelmemiş olmasıdır.

Özge Aynalı

2 Kasım 2015 Pazartesi

zweig ve satranç


Stefan Zweig tarafından 1942 yılında eşiyle birlikte intihar ederek Dünya’dan ayrılmadan önce tamamladığı satranç adlı kitabı; ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Avrupa’yı işgal etmesi sonucu oluşan kaos ortamının, kişiler üzerinde yarattığı psikolojik nedenler sonucunda oluşmuş bir hikayedir.

Özellikle yazarın Avusturya’nın Almanlar tarafından işgal edilmesi sonucu ülkesini terk ederek; Brezilya’ya yerleşmesi ve Almanların Avrupa üzerinde işgal ettikleri ülkelerde yapmış oldukları katliamlar ve işkenceler yazarın böyle bir hikayeyi yazmasında rol oynamıştır.

Bu hikayede, Czentovic küçük yaşta yetim kalmış ve kasabadaki kilisenin papazı tarafından yetiştirilmiştir. Okuma yazma dahil hiçbir eğitime cevap verememiştir. Ancak dikkatli bir izleyici olması nedeniyle bir satranç şampiyonu olmuştur. Burada yazar Czentovic karakterini Naziler olarak karakterize etmiştir. Dr.B ise Alman işgalinden önce Avusturya’da saygın bir kişiliği olan avukat kimliği ile kraliyetin mali işlerini yönetmektedir. Ancak İşgal sonrası Gestapo tarafından tutuklanmış ve yıllarca psikolojik işkence ile kraliyet hesaplarına ulaşmak için Gestapo tarafından sorgulanmıştır. Bu sırada tesadüfen eline geçen satranç kitabı ile satranç oynamayı öğrenmiş ve kendi içinde iki ayrı kişilik oluşturarak satranç oynamayı geliştirmiştir. Yazar Dr.B’yi Nazilere direnen kişi olarak hayata geçirmiştir.

Özellikle hikayenin Amerika’dan Brezilya’ya giden bir yolcu gemisinde geçmiş olması, yazarın Almanların Avrupa’da yapmış oldukları eziyetten kaçan insanları ifade etmesidir. Yazar özellikle satranç oyunu üzerine kurduğu haikayede satranç oyunu ile savaşı anlatmaktadır. Bir Dünya şampiyonu olan Micro Czentovic ile Almaların Avusturya’yı işgal etmesi sonucu yıllarını otel adı altındaki bir hapishanede geçiren ve psikolojik baskı gören Dr.B arasında geçen satranç oyunu savaşın hiçbir galibi olamayacağını anlatmaktadır. Yazar, kendini bu hikayede olayları anlatan ve satranç bilgisi orta sevide olan kişi yerine koymuştur. Hikaye genel konusu ve anlatımı itibariyle sürükleyici ve akıcıdır. Ancak Dr.B’nin Avusturya’da Almanlardan görmüş olduğu psikolojik işkencelerin anlatıldığı bölüm aşırı uzatıldığından hikayedeki akıcılık bu bölümde sıkıcı bir hale dönüşmüş ancak daha sonra ki olayların anlatıldığı bölümde tekrar akıcılık kazanmıştır.
Hande Akay

31 Ekim 2015 Cumartesi

İnsan Psikolojisi


İnsan ne kadar cahilse o kadar bilgilidir kendince. Ne kadar aptalsa o kadar zeki, ne kadar tuhafsa o kadar normal...
İnsan psikolojisi ne kadar da tuhaf. Hiçbir zaman mantıklı bir şekilde açıklayamıyoruz ama her an onla yaşıyoruz.
Bence insan psikolojisi ya çok zayıftır ya da çok güçlüdür. Ortası yoktur. Çünkü iradeyle doğru orantılıdır. İnsan iradesiz ise zayıf, iradeli ise güçlüdür. Başka bir durum olmadığından orta diye bir şey söz konusu değildir.
İnsan bir şeyi kaybederken aslında kazanabilir mi? Teorik açıdan mümkün değil. Ama Satranç'ta (Stefan Zweig) Dr. B. satranç maçını kaybederken psikolojik sağlığını kazandı. Peki ya Czentovic o maçı teorik açıdan kazanmasına rağmen kendinden daha bilgili birini aşağılayarak kazandı mı?


Aysel DÖNE

22 Ekim 2015 Perşembe

ŞAH

İnsan beyni o kadar garip ve esrarengiz ki, gerek bilim gerek sanat dünyasının favori konularından biri olmayı her zaman başardı. Hala beynimiz hakkında bilinmeyen onca şey var ve bu onca şey keşfetmekle bitmiyor. 
  • Stefan Zweig, 
  • Satranç adlı eserinde 
  • ilk bakışta bir satranç dehasının satrançta 
  • bu denli ustalaşmasının hikayesini anlatıyor gibi görünüyor 
  • fakat hikayenin arka planı 
  • tamamen insan beyniyle ilgili. 
Sizi günden güne içten zehirleyen bir hiçliğe karşı koymak için nelerden vazgeçebilirsiniz? Akıl sağlığınızdan vazgeçebilir, dahası sizi gelecekteki yaşamınızda sınırlayacak bir maniye razı olur musunuz? Bu gibi risk dolu bir durum karşısında nelerinizden vazgeçerdiniz? Şahınızı kurtarmak için diğer önemli taşları gözden çıkarır mıydınız? 
  • İradeyi unut. 
  • Gücü unut. 
  • Sen insansın. 
  • Doğuştan zayıf yaratıldın sen. 
  • Yaşadığı en ufak ayrıntıyı bile 
  • bilinçaltının derinliklerinde kraliyet elması gibi saklayan beynin, 
  • kendini kurtaracak en ufak bir çözüm yoluna bile 
  • bütün gücüyle sarılıyor. 
  • Böylesi güçlü bir umuda bağımlı olmadan durabilir misin? 
  • Bağımlılığını fark etmekten bile aciz olan sen, 
  • kendini bu bağımlılıktan kurtarabilir misin? 
  • Seneler sonra, güvenliğini garantiledikten sonra bile, 
  • sence sokakta gördüğü bir yüzü unutmamakta direnen beynin,
  • unutabilir mi bağımlılığını? 
Düşünebiliyor olabilirsin, tüm varlıkların en şereflisi de olabilirsin. Fakat unutma, sana düşünmen için bahşedilmiş olan, seni bütün varlıklardan üstün kılan beynin, seni sonun eşiğine getiren geçmişini geride bırakmamakta her zaman direnecek. Ve sen, varlıklar arasında en üstün olarak yaratılan sen, ne yazık ki bu lanetle yaşamak zorundasın. Şahını korumaya çalışırken kaybettiğin taşlarını; atlarını, piyonlarını, fillerini acı verici bir keskinlikle hatırlamaya mahkûmsun.
Şimdi, beyler bir parti daha isterler mi?
Nazlıcan Özkut

13 Ekim 2015 Salı

Serendipity

Bu türden kitaplara ilgim olmadığı için ne saçma kitap diye başlamıştım. Bitirdiğimde ise ‘ne saçma kitap’ fikrim değişmedi. Ama başka fikirlere sahip oldum.

Öncelikle kimdir bu Horace Bey. Asıl adı Horatio Walpole’dur. Kendisi Orford’un 4. Kontudur. Yazarlığının yanı sıra çok büyük bir sanat eseri koleksiyoncusudur. ‘Dünya düşünenler için komedi, hissedenler için bir trajedidir’ sözü ve ‘Serendipity’ sözcüğü bu şahsa aittir.

Walpole’nun karşı çıktığı dönemin edebiyat ortamı, ’Geçici siyasi görüşlerden, şahsi yergilerden ve boş aşk romanlarından başkasının beğenilmediği böylesi değersiz bir çağ’… Size de tanıdık gelmiyor mu bunlar. Hiyeroglif Masallar ise İngiliz dilinin ilk sürrealist metin örneğidir. Arkadaşın iflah olmayan bir muhalif olduğu buradan belli. Tamam, kabul edelim kahkahalarla okunacak bir kitap değil ama anlayabilene küçük espriler sunan, zekice yazılmış bir kitap. Ve bu kitabın içinde kolay okunan masalları, onların arkalarında ise daha ince anlamları da vardır

Altı hiyeroglif masallardan ilki Yeni bir bin bir gece masalı. Bu masalda prenses olmadığı halde kendine prenses diyen kahramanımız (klasik Türk kızı) her gece bir kadınla evlenen ve sabahları onları öldüren bir krala esir düşüyor. Ancak olmayan ülkenin olmayan prensesi, gece boyu krala Papalığın ve kilisenin siyasi oyunlarını anlatınca kral sıkıntıdan uykuya dalıyor. Prensesimizde onu öldürüp tahta geçiyor. Sonraki masal kralın üç kızı arasında gerçekleşen yoğun bir taht ve koca bulma mücadelesine odaklanıyor. Ancak ortada çok ciddi sorunlar vardır, Kral’ın en büyük kızının hiç olmaması gibi. Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu diyen Shakespeare haklıymış demek ki. Hal böyle olunca siyasi entrikalar daha da kızışıyor. En küçük prensesin tahta geçmesini isteyenler ise şansölyenin dilbazlığını konuşturarak ortanca kızın da bu durumda büyük kız olamayacağını mantık sayesinde ispatlıyorlar. Durumun ne kadar saçma olduğu ortadadır. Masala ve kahramanlara gelince olduğu halde olmadığı kabul ettirilmeye çalışılan ortanca prenses sırf evlenebilmek için, kendine konserveci bir koca bularak babasını tahttan indiriyor. Bu olayın üzerinde yarattığı sevinçten ölen Kral ve akıl hastanesine kapatılan küçük prenses de pastaya çilek oluyor. Üçüncü masal da klasik masal kahramanlarını değişik bir bakış açısında anlatıyor. Fil uçuyor, büyücü lanet olsun bu dünya diyor, Kafkas Dağları’na çıkılıyor. Diğer masalda 5 yaşındaki kıza İrlanda viskisi hediye etmek güzel bir davranış değil herhalde. Ayrıca annelerin her dediğine inanmamak gerektiğini sonraki masalda anlıyoruz. Son masal da ise Afrikalı Azora ve Avrupalı Orandates’in yaşadığı aşk, karşılaştıkları zorluklar anlatılıyor. Ama sonunda bunların köpek olduğu ortaya çıkıyor veya benim uykum gelmiş olabilir.

Kısaca toparlamak gerekirse bu kitap biz Türklerin sahip olduğu edebiyat anlayışına terstir belki de.

ErenCan

Hiyeroglif Masallar

Horace Walpole tarafından yazılan bu kitap için farklı kültürlerden ve milletlerden masalları barındırıyor. Bazı hikayeler bize çok tanıdık gelse de bazılarını anlamak için çaba harcamamız gerekiyor. Ben hikayeler içinden en çok ‘Yeni bir binbir gece masalı’ adlı hikayeyi beğendim çünkü hikayenin içeriğinin daha tanıdık gelip konunun daha anlaşılır olması okuma kolaylığı sağlıyor aynı zamanda kralın değişik kişiliği ve kızın hayal gücü de konuyu daha farklı kılıyor. Hikâyenin güzel yanlarının aksine çok fazla tarihi olayın bir arada anlatılması hikayenin anlaşılmasını zorlaştırmış özellikle bu tarihi olaylar hakkında pek fazla düşünceye sahip değilseniz okumadan önce kitabın aşağısındaki notları iyice anlayıp okumanızda yarar var.

İsmail Sayılıkan

12 Ekim 2015 Pazartesi

masallar



Bu masalı ilk başta okuduğumda bana çok saçma geldi. 
Hiçbir şey anlamadım fakat o dönemdeki şartlara uygun olarak düşündüğümde böyle yazılmasının mantıklı açıklamaları olduğunu anladım. 
O dönemde papa hakkında siyasi ve dini yönlerden olumsuz şekilde konuşulması birinin aforoz bile edilmesine sebep olurdu. Bu yüzden de yazar dinin sıkıcılığını, saçmalıklarını ve siyasi oyunlarını masal yoluyla anlatmıştır. Hatta o kadar sıkıcı ki uyuma problemi olan bir kralın bile uyuya kalmasına sebep oluyor. 
Ayrıca o zamanda verilen düklük, lordluk gibi unvanların tamamen yalakalara verilmesiyle de dalga geçilmiştir.


Süher GÜNAYDIN

7 Haziran 2015 Pazar

HAYVANLAR


Hayvanlar benim için insanlardan daha değerli demiş olsam abartmam herhalde. Çoğu arkadaştan daha iyi bir dost, çoğu insandan da daha iyi insanlar. Onlar bu kadar masum ve her koşulda sevgimizi beklerken biz neden onlara eziyet ediyoruz? Neden herkes unu normal karşılıyor?

Hayvanlara değer veren ya da kötü davranmayan insanların sayısının bu kadar az olması beni üzüyor. Hakaret ederken bile hayvan deriz. Birkaç örnekten sonra bana hak vereceksiniz. İlk olarak heves edilip alınan sonra da sokağa bırakılan hayvanlardan bahsedeyim. Bir anlık hevesle ay ne kadar diye aldığınız ya da yazlığa giderken sadece yazın bakmak için alıp sonra da sokağa bırakılan hayvanlar var. Bunu nasıl yapabiliyorsunuz aklım almıyor. Onlar sizin sadece hayatınızın bir parçası olabilir ama siz onların tüm hayatısınız. Size alışmadıklarını mı sanıyorsunuz ya da yeni doğan bir evcil hayvanın hep evde büyüyüp sonra da diğer sokak hayvanlarının arasına atılması çok korkunç. Kendini savunmayı bilmiyor diğer hayvanların arasında eziliyor, nereden yemek bulacağını bilmiyor kısacası o şartlar altında yaşamayı bilmiyor. 

Gelelim sokakta kötü davranılan hayvanlara. Arabayla çarpıp sonra arabaya bakanı mı istersiniz, yoldaki hayvanı tekmeleyeni mi ne arasanız var ülkemin güzel(!) insanlarında. Ben bunları yazmaya utanıyorum da siz nasıl yapmaya utanmıyorsunuz! Bu konudaki öfkemi kelimelere sığdıramıyorum. Bu yüzden de hayvanlar bana göre insanlardan daha insanlar. Öyle de olacaklar. Umarım bunu okuduktan sonra biraz daha duyarlı biraz daha gözünüz açık bakarsınız olanlara ve bana hak verirsiniz. 


Ayşe AKDENİZ

5 Haziran 2015 Cuma

Yunan Mitolojisi


Günümüzde çoğu insan mitolojiyle filmlerde ya da kitaplarda karşılaşıyor. Ama sadece kitaptaki fantastik karakterlerle anlatılan kısmını okudukları için mitolojinin ufacık bir kısmından haberdarlar. Mitolojinin sadece Zeus, Poseidon ve Hades’ten oluşmadığını bilmelerini isterim.

Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları, tanrıçaları ve kahramanlarından oluşan sözlü edebiyatla yaratılmış ve yaygınlaşmış bir mitolojidir. Bu mitolojideki önemli bir kısmı oluşturan 12 Olimposlu’dan bahsetmek istiyorum. Bu 12 Olimposluyu Zeus, Poseidon, Hades, Hera, Hestia, Demeter, Athena, Apollo, Hermes, Artemis, Afrodit ve Dionysus oluşturur. Her tanrı ve tanrıçanın farklı görevleri vardır. Zeus en güçlü tanrı ve liderleridir. 
12 Oimposlunun dışında bir sürü tanrı ve tanrıça daha vardır. Örneğin benim en sevdiğim tanrıçalar Artemis ve Nyx’tir. Artemis avlanmayı ve vahşi doğayı temsil eder. Nyx “gece” demektir ve kaostan türemiştir, geceyi temsil eder. Tanrı ve tanrıçaların yanı sıra Titanlar da vardır. En sevdiğim iki titandan birisi Phoebe diğeri ise Kronos’tur. Kronos en güçlü titandır ve Zeus’un babasıdır. Phoebe ise gizem ve kehaneti temsil eder.

Helenizm bir dönem olarak bilinir ama aynı zamanda Yunan Mitolojisi dinidir. Yunan Mitolojisine inananlara Hellenistic denir. Bu inanışa göre dünya farklı bir şekilde Gaea ile oluştu.

Ayşe Akdeniz

yerler ve

 Zaman geçtikçe unutulur birçok şey. Hayat yaşanmışlıkları ve yaşanacakları silmeye devam eder. Verilen sözler de öyle olur bazen. Unutulur ve tekrar unutulur. Isteyin ya da istemeyin. Unutulur.

"Verdiğimiz sözler bile... solar... doğar... ve solar." 

  Ama yerler bizi uçsuz bucaksız boşluktan alıp götürür. Bize yaşanmışlıkları anlatır, gözümüzde canlandırır, o anı tekrar yaşatır ve o anı tekrar hissettirir. Bu yüzden kurtarıcımızdır yerler. Bize eski bizi hatırlatır, yaşanmışlıklardan ders almamızı ve mutlu olmamızı sağlar. Belki de üzmeyi ama olması gereken de budur. 

"Uzaklardan seslenir dururlar bize..." 
Anılarımızı canlı tutan o yerler.


Hakan SAVLI "Yerler", Gizli'den
Sözcükler Yayınları
2015 1.Baskı Istanbul

Süher Günaydın

Hakan Savlı, Yerler

...sırlar paylaştığımız veya
umutsuzluğa düştüğümüz her yeri
zaman siler, boşlukta dağılırlar.
Alkışlandığımız yerler unutulmazdır,
ama sadece bizim için
Bir zamanlar sevildiğimiz o yerler de yoktur.
Renge kalbini veren şey ışıktır çünkü.
Verdiğimiz sözle bile solar... doğar... ve solar.


İnsanın iletişim kurduğu, duygularını paylaştığı, çaresiz olduğu, mutsuz veya mutlu olduğu her yer zamanla unutulur. O yerler, o anlar zamanla hafızalardan silinir. Zamanla sıradanlaşır ve kaybolurlar. Fakat insanların, başarılarının, ödüllendirildiği, gururlandığı yerler unutulmazdır. Yalnızca o insan için. Zaman diğer insanların hafızasından o yerleri de siler, yerler zamanla sıradanlaşır ve kaybolurlar. Ya insanların verdiği sözler... Yok mudur söz verip, sözünü unutanlar? Zaman verilen sözleri de siler. Sözler sıradanlaşır ve kaybolurlar. Geçmişte sevildiğimiz, özlendiğimiz yerler de yok olur. O yerler de bizi unutur. 

Hakan SAVLI, “Yerler”, Gizli’den
Sözcükler Yayınları
2015 Mayıs 1. Baskı İstanbul

Beyza Yükseliş
LUNAPARK

‘’ gökte bir lunapark var’’ derdi sevgilim…
‘’küssüzlük’’
‘’taç yapraklarından bir çadır’’
‘’içinde
bir falcı’’
‘’elimde bir fincan yasemin çayı
öpme avcumdan bu saatte
yanında dur, ağlayabilir orman’’
*
Lunapark şiirinde redif ve uyağa yer verilmemiş. Serbest ölçüyle ve sade bir anlatımla yazılmış. Umut, hayal, sevgi konuları ele alınmış.

Lunapark şiirinde yer verilen kişinin dünyada çok mutlu olmadığını ama dünya için olmasa da hala umutlarının olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayallerinden, umutlarından söz ediyor ‘’gökte bir lunapark var’’ derken. ‘’küssüzlük’’ mısrasında ise bu kişinin hayatındaki insanlarla sorunları olduğunu, çok iyi anlaşamadığını ve bu nedenle umutlarını hayal dünyasına sakladığını anlayabiliyorum. ‘’elimde bir fincan yasemin çayı öpme avcumdan bu saatte yanında dur, ağlayabilir orman’’ mısralarına bakarak da bu düşüncelere sahip olan kişinin bir süre de olsa yalnız kaldığını veya yalnız hissettiğini ve bu nedenle çok ağladığını düşünüyorum.

Sonuç olarak Lunapark şiirinden bu kişinin birçok zorluk yaşadığını, hayatındaki insanlarla anlaşamadığını, sorunları olduğunu, çok yalnız kaldığını ve bu nedenle çok üzüldüğünü ama her şeye rağmen hala hayallerinin ve umutlarının olduğunu çıkarıyorum.

Deniz Uçar

*Hakan Savlı, ‘’Lunapark’’ , Gizli’den
Sözcükler Yayınları
Mayıs 2015 İstanbul

4 Haziran 2015 Perşembe

KAHRAMAN KURBAĞA

"Kahramanlar, doğmadan önce
bizim gibidirler, sonra küçük bir jest
bir unutulmaz söz
onları söylencelerine bırakılır."
Kahramanlar da anne karnında bizim gibidir. Neredeyse hiçbir insan doğduğunda dünyayı kurtarmaz.
Bazıları büyüdükçe düşünceleriyle, davranışlarıyla bir farklılık yaratır. Bu farklılık diğer insanlardan biraz sivrilmelerini sağlar. Bazen ise bu sivrileşme ile sınırlı kalmaz. Öyle bir noktaya gelir ki söyledikleri bir söz, yaptıkları bir iş, içinde bulundukları bir olay bütün tarihin akışını değiştirir. Ya da diğer insanlar böyle düşünür.
                
                                                                                                               AYSEL DÖNE
 KAYNAKÇA:
Hakan SAVLI, Gizli'den "Kahraman Kurbağa", Sözcükler Yayınları, 2015 Mayıs, 1.Baskı, İstanbul.

Turuncu / Hakan Savlı

Evvel zaman içinde zenci bir kadın aşkı öğretmiş şaire, şakalar, oyunlar, öpücükler ve aşk ile.

“ Loş bir odada biraz şaka biraz oyun... Öpücükler
Ve biraz
Aşk la. ”

Aşk garip şeymiş, kimsenin duymadığı ve bilmediği bir müziği dinlemekmiş.

“ Onun kalbiyle uyanmayı
İskenderun yağmurlarını
İki yalnız insanın sevişmesini
Çingene çadırlarından tüten dumanı ”

Gençmiş şair, şiiri sözcükler sanmış. Sonra anlamış şairin bir yapboz ustası, parçaları birleştiren olduğunu.

“ Gençtim... Sözcüklerdi şiir
Oysa şair parçaları birleştirenmiş ”

İnsanoğlunun çevirdiği her türlü entrika: ayrılıklar, suçlar, suçsuzluklar... Hepsi yok olmaya mahkummuş, ki yok olmuşlar da zaten.

“ Uçsuzluklar, suçsuzluklar, ayrılıklar iç içe
Dalga dalga olmuş... Yokoluşa karışmış ”

Gençmiş, deneyimsizmiş, çaylakmış şair, her şey tekdüze görünürmüş. Her şeyin tek bir rengi varmış: turuncu.

“ Boşluklar, artıklar, ışıltılar turuncu ”

Aşk bitip, sevdiğin gidince duyamaz olurmuşsun o kimsenin bilmediği müziği, bir bakmışsın sen de kimse olmuşsun. Sessizliği anlamaya, anlamlandırmaya çalışırmışsın, kendi kendine binbir yol üreterek.

“ Sessizliği anlamanın binbir yolu var
Göğe uçup gitmişse sevdiğin
Bir ilk yaz akşamı denizkıyısında uyu ”

Aşk güzeldi, sen üşürken siyah tenli bir kadın ruhunu ısıtacak aşk şarkıları söylemiş, aşkı öğretmişti sana. Çünkü bir kadın kalbiyle soluk alır, kalbiyle yaşardı. Sen üşürken ve soluk almak için ısınmaya ihtiyaç duyarken, o soluk almak için sadece kalbine ihtiyaç duyar.

“ Çünkü bir kadın kalbiyle soluk alır... ”

Çünkü kadın kutsaldı, sende bıraktığı en ufak bir lekeyi bile Tanrı onaylardı: O, benim.

“ Çünkü bir kadının sana bıraktığı lekelere Tanrı

Parmakizlerini sessizce saçar ”

Çünkü kadın gittiğinde ve gölgesi sona erdiğinde başlarmış acı. Acı gittiğindeyse tek bir renk kalırmış: turuncu.

“Çünkü incecik kara bir kız kaybolduktan sonra yağmurun

İçinde dolaşan gölge oyunu

Ve acının ardından o gelir... Turuncu... ”

Her şey birbirine karışmışken ve hayat akışında devam ederken umudunu kaybetmemiş, çünkü kavuşmanın binlerce yolu varmış. Acı,buruk veya çılgınca. Umut tohumunu ekermiş aşk, çünkü çaresizlik sadece aşkla aşılırmış.

“ Kimi buruk, kimi toprak, kimi çılgınca
Çünkü çaresizlik aşkla aşılır... Sadece aşkla... ”

Nazlıcan Özkut

Hakan Savlı, “Turuncu”, Gizli’den
Sözcükler Yayınları, Mayıs 2015,İstanbul

3 Haziran 2015 Çarşamba

Yerler, Hakan Savlı

"Buluştuğumuz yerler mi? 
Yok eder oraları hayat, hayaller, yağmurlar. 
Sırlar paylaştığımız veya 
 umutsuzluğa düştüğümüz her yeri 
 zaman siler, boşlukta dağılırlar."

‘’Yerler’’ şiirinin yukarıda geçen dizelerinde yerlerin insanlar için farklı farklı anlamlar taşıdığı anlıyorum. İnsanların o yerlerde zaman geçirdiklerini, o yerlerde sevdiklerini o yerlerde duygulandıklarını ve bu yerlere anlam yüklediklerini ancak zamanın bu yerleri sileceği...

"Bir zamanlar sevildiğimiz yerler de yoktur. 
 Renge kalbini veren ışıktır çünkü."

Şiirin bu dizelerinde zarif bir benzetme kullanılmış. Şair insanı ışığa, yerleri de renge benzetmiş. Şair burada ışıksız rengin bir anlamı olmayacağı gibi yerlerin de insansız bir anlamı olmayacağını, yerlere anlamlarını insanların verdiğini anlatmış veya ben böyle anlıyorum.

"Verdiğimiz sözler bile… solar… doğar… ve solar. 
 En güzel rüzgar zamanla unutulur, 
 kar yağan köy meydanında bir deli, 
bir köpeğe sarılır. 
 Akordeon sesleri bile şafağa kadar."

Bu dizelerde sonu olan şeylerin sadece yerler ile bitmediği ve İnsanların duyduklarından, gördüklerinden, kokladıklarından, hissettiklerinden aldıkları zevklerin de sonlanacağı anlıyorum ben.
Peki ya siz?

Hakan Savlı 
Yerler-
Gizli
Sözcükler Yayınları

Erdem Topçu

MAYIS ŞİİRİ, Hakan Savlı

Bizler arasında farklar vardır.
Küçük farklar ama bizi biz yapan farklı bir yol seçmemizi sağlayan farklar. Bazen de tek bir fark vardır. Ne bize yol gösterir ne de bizi biz yapar bizi bambaşka biri yapar. Mucizeler hepimizin başına gelir. Önemli olan kucaklamaktır onları. Geçmişin acı dolu anlarını unutup mucizeleri kabullenmektir. 

Hakan Savlı, Gizli’den Mayıs Şiiri
Sözcükler Yayınları

İsmail Sayılıkan

2 Haziran 2015 Salı

Bir Şiir / Hakan Savlı

'Başka bir gölge uzak bir nehirde
suyun altında pırıltılarla buluşuyor
bir yüzük genç bir kadının
attığı tren penceresinden
oysa altın
daha ağır.. ve daha unutulmaz...
Peki, dibe çöken ne?'

Birisini terk edip -sevdiğin birisini- terkedip gitmek ...
O içi dolmaz ağır metin
ve heryerde aynı
aynı acı sözcükler.'

Bir kadının tren penceresinden attığı yüzükten bahsediliyor. Bana göre bu ayrılığın simgesi olarak alınmış ve buna bağlı olarak diğer dizede ayrılıktan bahsediliyor. Nehrin içine düşen de yüzük olarak değil, ayrılığın üzüntüsü olarak alınmış. Ayrılık acısı da altından daha ağır olarak görülmüş. Sevdiğin birisini terk etmek de her yerde onları hatırlatan sözcükler görmekle aktarılmış.

Hakan Savlı, 
'Lorem Ipsum' , 
Gizli'den, Sözcükler Yayınları. 
2015 Mayıs, 1.Baskı

Hande Akay

25 Mayıs 2015 Pazartesi

samanyolu

Samanyolu’nda kaybolmuştum,
dumanı tüten yıldız köftecisini bilirsiniz,
tam orada..
Sonra bir bakmışım yörüngeden çıktık
buraya düştük

Jüpiter,
İyi ki gelmedi
Bu çukurda benimle mahsur kalırdı
Zaten zor katlanıyorum.

Orayı çok sevmiştim aslında,
orası beni sevemedi.
Dünya’nın tozu sinmiş üstüme,
istemediler haklı olarak.

Karavanı aldığımda döneceğim
Ve yıldız köftecisi..
Dünyaya göre biraz pahalı fiyat,
bir sıkı sarılma

Çok şey istiyor sanıyor ah şu insanlar!

Özge Aynalı

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

Yüzüklerin Efendisi ,bir kitap serisinin filme çevrilmiş hali değildir sadece. En azından benim için. Serinin filmleri, zamanın şartlarına göre olağanüstü grafiklerle yapılmıştır. Günümüz şartlarında bile bu filmin kalitesine ulaşamayan filmler bulunmaktadır. Ve bu filmde hafife alınamayacak kadar emek vardır. Mesela Aragorn karakterini canlandıran Viggo Mortensen, büyük zorluklar ve sakatlıklar yaşamıştır. Hatta bu sebeple filmin vizyon tarihi uzamıştır. Bana göre filmin en ilginç yanı , Cüce Gimli'nin filmin gerçek hayattaki en uzun adamı olmasıdır. Kitap serisine gelecek olursak, serinin bazı yanları sıkıcı olsa da okunmaya değecek bir kitap serisi. Ve şunu da söylemeliyim ki bana göre gelmiş geçmiş en iyi film Yüzüklerin Efendisi'dir. Daha iyisi gelir mi? Biraz zor. 

TuruncuBeyaz

18 Mayıs 2015 Pazartesi

GELECEĞİMİZ

İnsan ırkının sonu böyle mi olacaktı? Birbirini yok ederek dünyayı yaşanmaz bir hale dönüştürecek savaşlarla. Eskiden  bize yaşam veren topraklar artık sadece radyasyondan , insan ırkıysa efsaneden ibaret .

Her şey enerji kaynaklarının tükenmesiyle başladı. Kaynak bulması gereken ülkeler kaynakları  birbirlerinde aradılar ve insanlık yavaş yavaş bölünmeye başladı.  Aynı dili konuşan , aynı dini paylaşan hatta aynı ülkede yaşayan insanlar bile bu güç yarışında birbirlerini öldürdüler. 
Geleceğimiz bu muydu? İnsanlığın dünyaya bıraktığı tek iz bu mu olacaktı? Hayır! hiçbir şey böyle olmak zorunda değildi biz insanlar zorlukları beraber alt edebilirdik denizlerden, rüzgârdan, güneşten istediğimiz kadar enerji elde edebilirdik. Tek ihtiyacımız tekrar umut etmekti.

İsmail Sayılıkan

SHERLOCK HOLMES ÖLÜMLE RANDEVU

Bu kitap serinin diğer üyeleri gibi heyecanın ve mantığın kusursuz birleşiminden ortaya çıkmış. Bir yandan Sherlock’un esrarengiz mantığının farkına varıyor diğer bir yandansa Watson’la olan komik ilişkilerini görüyoruz. 
Kitapta birden çok farklı dava olsa da en beğendiğim Bohemya’da skandal olmuştu. Başka bir ülkenin kralı her şeye sahip olmasına rağmen bizim sosyopattan yardım istiyor. 
Aynı zamanda duygularına bağlı olmayan biri olduğu halde bir kadının zekasına hayranlık duyuyor ve her fotoğrafına baktığında ne kadındı o diye içleniyordu. Ancak her davada olduğu gibi yazar okuyucuya tahmin hakkı tanımıyor Sherlock’un gördüğü ayrıntıları söylemiyor. 
Yine de çok iyi bir polisiye roman olduğu için böyle küçük sorunları kafaya takmaya gerek yok.

İsmail Sayılıkan

adana 01

ADANALI OLMAK NEDİR ?

1. Eğer "Regulatör" dendiğinde aklınıza elektrikli ev aletlerinin dışında bir yer ismi gelmesi
2. Kanal kokusu nedir bilmek
3. Baraj yolu 5.5 ve 6.5 durak kavramlari size bir sey ifade etmesi
4. "Kirve", "Teker", "Kıyma" gibi kavramları kullanmak
5. "Şırdan" kelimesinin size bir şeyler hatırlatması
6. "Bici bici","Mumbar", ve "lagos" nedir bilmek
7. Konuşurken arada bir diliniz istemeseniz de "geliyür", "gidiyür",
"gelek", "yapak" "edek" seklinde sürçebilmesi
8.Anarya diyebilmek
9. Kavşakta kırmızı ışık altında beklemek ve karakış nedir
bilmemek
10. Kar görmek için Pozantı'ya ya da Çamlıyayla'ya gitmek(t-shirtle)
11. Zurna duyduğunuzda içiniz cız etmesi
12. "Bici Bici"'nin aslında çocuklara söylenen banyo kelimesi
olmadığını ve muhatabına göre çok da lezzetli olduğunu düşünmek
13. Sıcaktan bayılmamak, sıcağa tapmak
14. Okul çıkışında bici yiyek mi? demek
15. Duygularınızı her yerde küfürle açığa çıkarmaktır .

Alper Kıran

15 Mayıs 2015 Cuma

Adanalı Olmak

Herkesin memleketi kendine güzeldir derler ya, bence bu çok doğru bir söz. Bana Türkiye’nin hangi şehrinde doğmak isterdin diye sorsalardı,yine Adana derdim. Fakat düşünülenin aksine bunun nedeni doğası, ağacı, havası ya da ne bileyim Nihat Doğan felsefesiyle farklı öten koyunu kuzusu falan değil. Hatta Adana Türkiye’nin en bakımsız şehirlerinden biri, kimsenin beğenmediği Doğu şehirleri Adana’dan daha bakımlı ve temiz. Elbette isterdim daha bakımlı ve temiz olmasını, ama konumuz bu değil.

Benim Adana’yı sevme sebebim, diğer hiçbir şehirde olmayan o karakteristik yapısı. Türkiye’nin bütün şehirlerini gezmiş değilim fakat ben gittiğim hiçbir şehirde Adana’nın aurasını bulamadım. Ya da belki de objektif düşünemiyorumdur, bilmiyorum.

Doğma büyüme Adanalı bir insan olarak, Adanalı olmanın bir sanat olduğu düşüncesindeyim. Adana’da doğmama ve 15 yıllık hayatım boyunca Adana’da yaşamış olmama rağmen, her gün farklı bir şey öğreniyorum memleketim hakkında. Bu şey gibi, alanında uzmanlaşmış bir profesörün alanı hakkında yeni bir şey öğrenip hayrete düşmesi. Aynen bu oluyor bende, yani profesör olduğumu düşünmüyorum ama doğduğunuz andan beri yaşadığınız şehir hakkında baya bir bilgi sahibi olmalısınız, değil mi?

Adanalı olmak bir sanat demiştim, bu konuda ısrarcıyım ve sizinle derin bir tartışmaya da girebilirim bu konuda. Adana yemekleriyle, yerel diliyle, insanıyla ve daha aklıma gelmeyen birçok şeyiyle bütün olan bir şehir. İçli köfteyi bir Adanalının elinden yerseniz verdiği tadı başka hiçbir içli köfteden alamazsınız, aynı şekilde kebap içinde geçerli bu. Adanalı olmazsanız bilemezsiniz, patlıcana burada balcan, kepçeye çömçe, büyük fareye cardun, pencereye taka, kedi yavrusuna manık, rendeye ilistir, faytona kerusa, domatese banadura dendiğini bu şehirde bir ömür geçirmiş insanların arasında. Adanaca diye bir dil gerçekten var ve ben 15 yıldır öğreniyorum –daha doğrusu öğrenmeye çalışıyorum -bu dili. Bu kelimeler sadece aklıma gelenler yani, gerisini hayal gücünüze bırakıyorum.

Yemekler, bu dil ve daha birçok şey Adana insanını Adanalı yapan şeylerdir. Adanalı olmak demek, kebap yaparken ızgaranın içerisindeki etlerin ne zaman piştiğini tek bakışla anlamak demektir, maçta hakeme küfredip sarı kart yiyen oyuncuya niye küfür ediyorsun diye bağırdıktan sonra küfretmektir, Takımın yenilince fena halde üzülmek demektir, bici biciyi karsambaça tercih etmek demektir, Allah’ın adamı olmak demektir, Adanaca konuşulunca herkes tarafından ne-diyor-bu-tatar-ramazan bakışı yemek demektir, kebabın yanında soğan salatası göremeyince paraları yanan Bay Yengeç gibi karalar bağlamak demektir, ‘kebabı nerde yesek ya’ diye tartışan arkadaş grubunun içine ‘çekilin ben Adanalıyım’ diye bodoslama dalmak demektir, kuyumcu soygununda değil lahmacun sırasında kavga etmek demektir. Adanalı olmak demek, nüfus cüzdanında Adana yazması demek değil, “Takanın kındırığından manık dıkıldı.” cümlesine her gün duyduğu bir cümleymiş gibi tepki verebilmek demektir.

Nazlıcan ÖZKUT

12 Mayıs 2015 Salı

Adana, Şehirlerin Babası

Türkiye’deki insanların çoğunun ön yargıyla yaklaştığı bir şehirdir Adana. Temel olarak şehir 2’ye ayrılır. Seyhan ve Yüreğir. Seyhan daha nezih ve refah düzeyi yüksek yerlerden oluşur. Yüreğir gelişmekte olan ama Seyhan'a yaklaşamayan yerdir. Herkesin düşündüğü gibi Adana’da deniz yoktur. Göl vardır. 

Gıda olarak Türkiye'nin en ucuz ve çeşitli illerinden biridir. Ayrıca yemek olarak Adana Kebap çok ünlüdür. 2 dükkandan biri kebapçıdır. Başka illerdeki gibi yanındaki mezeleri para verip almazsınız ikramdır onlar. Havada soba egzoz dumanı değil, mangal dumanı vardır. İçecek olarak şalgam tercih edilebilir. Geleneksel tatlı ise bici bici adı verilen değişik bir şeydir.

Sarı yanmadan kornaya basanı çoktur. Küfredeni boldur. İnsanı eğlencelidir, manyaktır. Araba çarpar yayaya, iner birde şoför döver araba çizildi diye vurduğu adama. Araba kutsaldır. Yollar engebeli değildir. Düzdür. Engebeli olmasını sağlayan belediyedir. Yol tarifi çoğu navigasyon sisteminden daha gelişmiştir. Kadın sürücüleri mükemmeldir (Annem bunun en iyi örneği).

Allah bize cehennemde indirim yapar herhalde. Ne de olsa Adana’da yazı geçirmek cehennem gibi bir şey. Günde 2-3 kez giysinizi değiştirmeniz gerekir. Sıcak insanı dinden çıkartır. Geceleri 2 yastıkla yatılması gerekir. Sonuçta her 2 yüzü de terden ıslanıyor. Klima şart. Kışı iyidir. Bir gömlek ve sweatshirt ile idare edebiliriz. Yağmuru dert değildir. Yağmuru dert yapan arabalardır. Sanki bir oyunmuş gibi yolda biriken suları üstümüze atmaya çalışan arabaları meşhurdur. Vay gavatlar vay.

Her şehir gibi kötü olan yönleri vardır Adana'nın. Şakirpaşa tarafı genelde kötü olarak adlandırılır. Ayrıca Kiremithane denilen bir mahalle var… Adana'nın suç oranının en yüksek olduğu bölgesidir. Devlet bile korkusundan batısına İncirlik Hava Üssü’nü, doğusuna 6.Kolordu Komutanlığını konuşlandırmıştır.

Eren Can Özdemir

11 Mayıs 2015 Pazartesi

cezalı

Adam beni uyandırdığında -uyuduğumu da söyleyemem doğrusu. Bana uyumam için verilen süre boyunca gözümü bile kırpmamış, o anın nasıl olup biteceğini düşünmüştüm.- güneş ufukta yükseliyordu. Hava biraz soğuk gibiydi ya da elime vurulu zincirlerden ötürü müydü bu his, bilmiyordum. 
Zamanın geldiğini söyleyen, beni uyandıran adamdan bir tane daha vardı şimdi de. Ya da bana öyle geliyordu. Daha sonra o iki adamın aynı kıyafetler giymiş gardiyanlar olduğunu anladım. Beni alana onlar götürecekti. Dışarı çıktığımda meraklı kalabalık sessizliğe bürünmüş, bana kilitlenmişti. Gardiyanlar beni alana getirdiğinde rahibi gördüm. Aceleci görünüyordu, sanki benden sonra halledeceği tonla adam varmış gibi. 
Artık her şey hazırdı. Neden hâlâ başlamadılar diye düşündüm. Asıl suçlunun o kalabalıkta şu an beni izlediğini biliyordum. 
O sırada rahip boğazını temizledi ve hayatımı değiştirecek kelimeyi söyledi: "Bağışlandın."

Mehmet Emre Kekeç

10 Mayıs 2015 Pazar

YARDIM EDİN

Günümüzdeki sorunlardan biri de evsizliktir. Kışın soğuğunda, yazın sıcağında, baharın yağışında bir evi olmadığı için sokakta yaşayan insanlar vardır.
Yaşadığımız ilde gördüğümüz evsiz insanlardan ne kadar çok insanın bu halde olduğunu anlayabiliyoruz. Ama bu yargıyı daha da genelleştirecek olursak eğer "Günümüzde dünya çapında yüz milyondan fazla insan bu haldedir." diyebiliriz.
Sosyal-psikolojik sorunların artması, kadına yönelik şiddet, yalnızlık hissi ve en önemlisi sayılabilecek ekonomik zorluklar bu soruna neden olmaktadır.
Bu sorunun sonuçları da vardır tabi. Belirli bir adresi olmadığı için kamu hizmetlerinden genel olarak yoksun kalmak, sosyal ve ekonomik haklara erişememek, diğer insanlar tarafından dışlanmak...
Bence bu sorunun en iğrenç sonucu dışlanmalarıdır. Bu sonuç insanlığın ne kadar vicdan yoksunu, bencil ve kötü olduklarının göstergesidir. İnsanlar onları dışlamak için harcadığı enerjiyi onlara yardım etmek için kullansa bu sorun ortadan kalkacaktır.

Aysel Gülşah Döne

Adana'yı Sevmek

Adana, iki milyonu aşkın insanın bir arada yaşadığı, ülkenin en kalabalık şehirlerinden biri. Ülkedeki konumu bile Adana'yı sevmemize yetiyor.

Adana, pamuğuyla, portakalıyla, mandalinasıyla Türkiye'nin en önemli şehirlerinden biri.

Adana'yı seviyorum çünkü, samimi halkıyla, şırdanıyla, kebabıyla, şalgamıyla, bici bicisiyle, taş köprüsüyle bir bütün olmuş artık. Bu şeyler söylenince akla ilk Adana gelir. Özellikle kebap denilince kişi konudan kopar, kendi içinde bir kebap rüyası görmeye başlar. Kişinin geri ayıkması zor olur, soluğu kebapçıda alır.

Adana'nın halkı da ayrı. Gecenin üçünde yoldan geçen bir arabadan çıkan gümbür gümbür bas sesinin insanın içini titreterek uyandırması mı dersin, sarı ışıkta kornaya abanıp küfürler savuran sabırsız dolmuş şoförü mü dersin. Birbirlerine zıt yönde gelen iki otobüsün şoförlerinin sanki seslerini duyurabileceklermiş gibi birbirlerine selam vermelerini hiçbir zaman unutmam.

Adana'yı, kaba olduğu kadar samimi halkıyla birlikte, cehennem sıcağı havası hariç her şeyini seviyorum.

Mehmet Emre Kekeç

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Adana Neden Sevilir?

Bana göre Adana Türkiye’nin kolay yaşanabilir şehirlerinden biri. İnsanların öğrenci ve memur şehri dedikleri cinsten bir yer. İklimi gibi sıcak insanları, verimli toprakları var ve ulaşım çok kolay.

Baraj Gölü’nün kenarında yapılan piknikler, Sevgi Adası’nın gece manzarası, Adnan Menderes’te kışın salep içmek yazın bici bici yemek Adana’da yaşamanın ayrıcalıklarındandır bence.

Tabi kötü yanları da var. Her ne kadar karakış nedir bilmiyorsak ta yazın nefes aldırmayacak sıcağı gibi. Belirli bir saatten sonra dışarı hayatının bitmesi, arkadaş buluşmalarında tekrar eden aktiviteler… Ayrıca sıcakkanlı olduğu kadar agresif insanlar.

Başka şehirlerde yaşayan arkadaşlarımla konuşurken ‘’bici bici ‘’ ‘’şırdan’’ ‘’cezerye’’ kelimelerini kullandığımda anlamamalarına her zaman şaşırmışımdır. Daha sonradan bunların Adana’ya özgü kelimeler olduğunu öğrendim.

‘’Kirve’’ ‘’darı’’ ‘’anarya’’ ‘’cıncık’’ gibi kavramları biliyorsanız,

Şırdan kelimesi size bir şeyler anımsatıyorsa,

Sıcaktan bayılmıyorsanız,

Kar görmek için yaylaya, sucuk ekmek yemek için Pozantı’ya gidiyorsanız,

Kıyma denince aklınıza adana kebap geliyorsa,

Adanalısınız.

Özge Aynalı

8 Mayıs 2015 Cuma

Adana

Ekonomik Faaliyetler

Adana, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk sanayileşen bölgelerinden biri olması, köklü bir sanayileşme geleneği ve sermaye birikimi yaratması sebebiyle Türkiye ekonomisi için önemli bir ildir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devrolunan tarım ekonomisinin ayağa kalkmasında ve sanayileşmeye doğru atılan ilk cesur adımlarda Adana’nın izi vardır. Türkiye ekonomisinin büyümesi için gerekli olan sermaye birikimini oluşturmuş ve bunun tüm ülke çapında yatırımlara dönüşmesinde ön ayak olmuştur.
Asırlardır bölgede yaşayan birçok medeniyetin gıda ihtiyacını karşılayan verimli Çukurova toprakları, tarımda oldukça geniş bir üretim çeşitliliğine sahiptir. Bölgede tahıl, endüstri bitkileri, sebzeler ve turunçgillerin yanı sıra organik tarım da son dönemde oldukça ciddi bir gelişme göstermiştir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1980'li yıllara kadar ülke ekonomisin gözbebeği olan Adana, Türkiye ekonomisinde tekrar önemli bir yer edinebilmek amacıyla tarımdan sanayiye, turizmden ticarete tüm alanlarda atılımlar gerçekleştirmektedir.

Tarım: Türkiye’nin en gelişmiş tarım bölgesi olduğu gibi, modern tarım ağaçlarının en çok kullanıldığı ildir. Yüzölçümünün % 39’u tarıma elverişli ve çok bereketlidir.
Adana’nın bereketli ovalarından senede bir kaç defa ürün alınmaktadır. Sulanan araziler her sene artmaktadır.
Adana, pamuk ambarı olduğu gibi; tahıl, susam, kavun, karpuz, turfanda, sebze, arpa, yulaf, baklagiller, şeker kamışı, üzüm, incir, tütün, pirinç, yer fıstığı ve turunçgiller bakımından da önemli bir yer tutar.


Hayvancılık: Hayvancılık tarım kadar önemli değildir. Mer’a ve otlaklar azdır. Hayvancılık daha çok Toros dağları yamaçlarında görülür. Koyun, kıl keçisi, sığır, at ve deve yetiştirilir. Arıcılık da gelişmiştir.

Ormancılık: Ormanların çoğu dağların Akdeniz’e bakan yamaçlarında bulunur. Karaisalı, Saimbeyli ve Kozan’da orman zenginliği fazladır.
Ormanlardan her sene 150 bin metreküpten fazla tomruk ve 370 bin metreküp civarında yakacak odun elde edilmektedir.

Madenleri: 1960 senesinde kuzeyindeki Bulgar dağında petrol bulunmuştur. Karaisalı’da amyant, linyit, çinko ve krom, Kozan ve Osmaniye'de linyit yatakları vardır.

Enerji: Bölgedeki hidroelektrik ve termik santrallerinin senelik elektrik istihsali 7,5 milyon kwh olup santraller şunlardır: Seyhan, Aslantaş, Kadıncık I ve II hidroelektrik santralleri ile Mersin termik santrali.

Sanayi: Adana tarımda olduğu gibi sanayi sektöründe de çok gelişmiştir. Türkiye’nin imalat sanayii bakımından dördüncü gelişmiş ilidir.
Çeşitli dokuma ve giyim eşyası, kort bezi, pamuk ipliği, bitkisel yağ, sabun, un, deri, tütün, kereste, çimento, makarna, konserve, kimyevi maddeler, kauçuk, tarım alet ve makine, inşaat makineleri, taşıma araçları, yedek parça, klima cihazları, polimer ve suni elyafın ana maddesi olan “DMT”, gıda ve mensucat maddeleri fabrikaları ile en önemli sanayi bölgelerimizden biridir.

"Ama, aynı zamanda Türkiye'nin en yoksul şehridir Adana... Hazin, değil mi?"

Özge Aynalı


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Fakir İklimi

Yaşadığımız iklim,yaşam şartlarını bire bir etkileyen faktörlerle doğrudan ilgilidir. Bunları sıralamak istersek,sanayileşme olabilmesi için hammaddeye ulaşım imkanı olması gereklidir. Hammaddenin olabilmesi için toprak yapısı ve toprak verimliliği gerekli olduğu gibi;yağmur ve buna bağlı olarak su gereklidir. Hammaddenin olduğu yerde sanayileşme,sanayileşme ile birlikte işgücü ihtiyacı doğacak, bu da insanların buraya yoğunlaşmasını zorunu kılacaktır. İnsan faktörünün yoğunlaşması ile birlikte barınma,yeme içme ve giyim faktörleri ayrı bir sanayi kolu olarak hayata geçecektir. Yine insan faktörünün yoğun olduğu yerde sağlık ve eğitim faktörleri de hayata geçecektir. Sonuç olarak toprak ve iklim yapısının uygun olduğu yerde yaşam olacaktır.

Bu açıdan değerlendirirsek yaşadığımız şehir gerek iklimi ve gerekse toprak yapısı ile yaşamaya ve gelişmeye açık bir yerdedir. Toprakları verimli olması nedeniyle tarım yönünden büyük bir potansiyele sahiptir. İklim olarak yazları sıcak kışları ılıman olması nedeniyle tarım daha verimli hale gelmektedir.Her ne kadar yazları aşırı sıcak ve buna bağlı olarak nem oranının yüksek olması nedeniyle bunaltıcı bir havası olsa da, güneyde denize, kuzeyde yaylalara ulaşma imkanı ile dert varsa dermanı da vardır ilkesini doğrular niteliğindedir. Yazın o bunaltıcı sıcaklarından yaka silktiğimiz mevsimde denize veya yaylaya ulaşarak nefes alma fırsatı bulabiliyoruz. Kışın ise ılıman iklimi sayesinde çok soğuk geçen yörelere fazla üşümeden kış mevsimi geçirmekteyiz.

Hafif soğuklarla atlattığımız kış mevsimi sayesinde, ısınma amaçlı kullandığımız aletlerde daha az enerji kullanmaktayız. Kışı soğuk geçen yörelerde klima veya elektrikli soba ile kış mevsimini geçirmek mümkün değilken, ayrıca soba veya doğalgaz ile ısınmayı tercih ederseniz oldukça ekonomik olarak ısınma sağlarsınız. Eğer yeni başlayan güneş enerjisi ile ısınma projesi hayata geçerse neredeyse hiç masrafsız ısınma imanı da elde etmiş olacağız. 
Bu nedenle ben Adana’ya fakir memleketi diyorum.

Hande Akay

3 Mayıs 2015 Pazar

Adana’nın kültürel etkinlikleri

Adana’nın en önemli kültürel etkinliklerinden biri Altın Koza Film Festivali’dir. Her yıl çeşitli tarihlerde düzenlenen film festivalinde, ücretsiz film gösterimleri olur ve ödül töreninde Türkiye’nin en önemli aktör ve aktrisleri bulunur. İlk kez 1969 yılında yapılan festival, Türkiye’nin en prestijli festival ve ödül törenlerindendir. 1969’dan beri Adana’da bir gelenek haline gelen festival, her yıl Adana’da heyecanla karşılanıyor.

Adana’nın çok ses getiren bir diğer kültürel etkinliği ise Portakal Çiçeği Festivali. İlki 2013’te düzenlenen festival, üçüncü yılında binlerce kişiye ulaşmış bulunuyor. Festivalin amacı, Adana’nın zenginliklerini portakal çiçeklerinin açma tarihini akıllara kazıyarak görsel bir şölen eşliğinde sunmak. Festivalde liselerden genç gruplar, yerel gruplar ve Türkiye’de çapında ünlü sanatçılar sahne alıyor. Daha ilk yılından sıcacık bir ortama ev sahipliği yapmış olan festival,önümüzdeki yıllarda milyonlara ulaşacak gibi.

Adana’da düzenlenen sanatsal festivallerden biri de, Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’dir. Bu festival, Türkiye’nin ve dünyanın pek çok tiyatro grubuna ev sahipliği yapar ve hem Türk hem dünya yazarlarının oyunları oynanır. Diğerleri kadar ilgi çeken bir festival olmasa da, tiyatro severler tarafından rağbet gören bir festivaldir ve festivalin gelirleri Devlet Tiyatrosu’na bağışlanır.

Adana’da düzenlenen küçük çaplı festivallerden biri de Tango Festivali’dir. Bu festival,Adana’nın en işlek caddelerinden birinde yapılır ve profesyonel dansçılarla beraber vatandaşlar da dans etme fırsatı bulurlar.

Nazlıcan Özkut

29 Nisan 2015 Çarşamba

İnanç


Hemen hemen herkesin gelecek planları ve hayalleri vardır. Peki neden gelecek planlarım yerine hayallerim diyoruz? Bana gore bunları gerçekleştireceğimize inanmadığımız için. Biz inanmıyorsak başkalarının buna inanmasını nasıl bekliyoruz?

Bazı insanlar gelecek planlarımı sözleriyle engelliyor diyebilirsiniz. Aslında onlara izin veren sizsiniz ve bu onlardan değil sizden kaynaklanan bir sorun. Eğer planlarınıza inanmış olsaydınız onları dinlemezdiniz bile.

Sonuç olarak eğer hayattaki amaçlarınıza ulaşmak istiyorsanız inanmak ihtiyacınız olan en önemli şeydir.

Hande Akay

24 Nisan 2015 Cuma

her şey yolunda


"Köyümüzde yaşlı bir bekçi vardı.
Gece devriyelerinde bağırırdı
"Aal izz well-
her şey yolunda" diye.
Biz de huzurlu bir şekilde uyurduk.
Sonra bir gece hırsızlık oldu
ve öğrendik ki adam körmüş.
O "Aal izz well" derdi.
Biz de güvende hissederdik kendimizi.
O gün bir kalbin ne kadar kolayca korkabildiğini öğrendim.
Kandırmanız gerekiyor.
Sorun ne kadar büyük olursa olsun
elini kalbine koyup
"Aal izz well."
diyeceksin."
- 3 Aptal

Hande Akay

19 Nisan 2015 Pazar

GAYE

Hayatta bir amacın olmalı. Aşık olmak, bir kariyer sahibi olmak, sağlıklı olmak, mutlu olmak... Fakat amacının gerçekleşmesi için hiç çaba sarf etmezsen, inanmazsan, sabretmezsen ve istemezsen gönülden, ne amacın kalır bu hayatta ne de hayatının anlamı.

‘’Hayatta hiçbir gayesi olmayan insanlar, bir nehrin üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmez, ancak suyun akışına kapılarak giderler.’’ demiş A. Manzoni. Amacın yoksa kendi kararlarının, düşüncelerinin bir önemi kalmaz. Hep biri seni sürükler kendi isteklerine göre.

Bir insanın amacı yoksa ne anlamı var ki yaşamanın? Amaç yoksa hayatın ana fikri de olmaz konusu da. Penceresiz ev gibidir amaçsız hayat. Amaç farklı bakış açıları kazandırır insana. Pencerelerin eve kazandırdığı gibi. 

her Günaydın

AKARSULAR VE AKARSULARIN AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ

Akarsu: Yağmur suları, kar suları ve buz erimelerinin toplanıp bir yatak içinde eğim yönünde akışa geçmesine akarsu denir. Akarsular büyüklüklerine göre ırmak, dere ve çay gibi çeşitli biçimlerde ifade edilirler. Yeryüzünün şekillenmesinde en etkili kuvvettir.

Kaynak: Akarsuyun doğduğu yerdir.

Ağız: Akarsuyun döküldüğü yerdir.

Çığır: Akarsuyun kaynağı ile ağız kısmı arasına çığır denir. Kaynağa yakın bölüme yukarı çığır, orta kesimine orta çığır, ağız kesimine aşağı çığır denir. Akarsuyun kolları ile birlikte sularını topladığı alana akarsu havzası denir.

Sularını denize ulaştırabilen akarsulara açık havza denir. Ancak, akarsular topladıkları suyu denize ulaştıramıyorsa, kara içinde bir göle dökülüyorsa veya yer altına sızıyorsa, bu tür akarsuların havzası kapalı havzadır.

Bir akarsu havzasının açık veya kapalı olmasını belirleyen en önemli unsur bulunduğu bölgenin yer şekilleridir.

İki akarsu havzasını birbirinden ayıran sınıra su bölümü çizgisi denir. Genellikle dağların doruk noktalarından geçerler.

Akarsu havzası, içindeki kollarıyla birlikte bir ağ oluşturur. Buna akarsu ağı (drenajı) denir. Havzanın eğimi, yapıyı oluşturan taşların cinsi ve tabakaların özelliklerine göre, değişik tipte akarsu drenajları oluşur.

Akarsu yatağının, herhangi bir kesitinden geçen su miktarının m3/sn cinsinden değerine akarsu debisi(akımı) denir.

Akarsuyun yıl içerisindeki debi değişikliklerine akarsu rejimi denir. Akım düzeni olarak da adlandırılır.

Su seviyesinde fazla değişiklik olmayan akarsuların rejimleri düzenlidir.

Aylara ve mevsimlere göre, seviye değişikliği fazla olan akarsuların rejimleri düzensizdir.

Akarsuyun birim zamanda aldığı yola akarsu hızı denir (m/sn). Akarsu hızı muline denilen bir araçla ölçülür.
Akarsu hızının en fazla olduğu noktaları birleştiren çizgiye hız çizgisi denir.
Yatağında her zaman su bulunduran akarsuya sürekli akarsu, yatağında her zaman su bulundurmayan, bazen kuruyan akarsuya da geçici akarsu denir.

Akarsular aşındırmalarını derine, yana ve geriye doğru yaparlar. Hiçbir akarsu yatağını deniz seviyesinin daha altına kadar aşındıramaz. Bu seviyeye taban seviyesi denir.

Özellikle nemli iklim bölgelerinde yamaçlar hem alttan, hem de sel sularıyla üstten aşınırlar. Bunun sonucunda yamaç gerilemesi olayı meydana gelir ve yamaç profili oluşur.

AKARSULARIN AŞINDIRMASI

Yeryüzündeki karaların %71’inde etkili olan akarsular aktıkları yatağı kimyasal ya da fiziksel yolla aşındırarak taşıma ve biriktirme yoluyla şekillendirme yaparlar.

a)Kimyasal Aşındırma: Akarsuların kolay aşınabilen kayaçların bulunduğu alanlarda eriterek yaptığı aşındırmadır. Yeryüzünde yaygın olmayan bir aşındırma şeklidir.

b)Fiziksel Aşındırma: Akarsuyun özellikle eğimin fazla olduğu yerlerde kazandığı güçle yatağı içinde ve çevresinde yaptığı aşındırmadır. Akarsular daha çok ve fiziksel aşındırma yaparak yeryüzünü şekillendirir.

Akarsu aşındırması 3 şekilde olur:
Derine Aşındırma: Akarsuyun yatağını düşey doğrultuda aşındırarak deniz seviyesine indirme faaliyetidir.
Yana Aşındırma: Özellikle eğimin azaldığı yerlerde salınımlar yapan akarsuyun yanlarını aşındırmasıdır.
Geriye Aşındırma: Akarsuyun ağız kısmından itibaren zamanla yatağını feriye doğru kazarak yaptığı aşındırmadır. Bu aşındırmanın son şekli denge profilidir.

Denge Profili: Akarsuyun yatağını kaide seviyesine yaklaştırmasıyla ortaya çıkan iç bükey profile denge profili denir.

Denge profiline ulaşan akarsularda;

• Yatak eğimi azalmıştır.

• Akış hızı azalmıştır.

• Aşındırma gücü azalmıştır.

• Taşıma gücü azalmıştır.

• Hidroelektrik enerji potansiyeli azalmıştır.

• Ulaşım ve taşımacılıkta kullanılabilir.(Rejimi düzenli ise)


VADİ


Akarsuların içinde aktıkları ve aşındırarak şekillendirdikleri doğal oluklardır. Değişik tipleri vardır:
1.Kanyon Vadi: Özellikle kalkerli arazide görülen ve farklı tabakaların farklı aşınım özellikleri göstermesi sonucu oluşan yamaçları dik ve girintili çıkıntılı olan derin vadilerdir. Ülkemizde Göksu, Lamaz vadileri.

2.Boğaz (Yarma) Vadi: Sert dağ kütlelerini yarmasıyla oluşan dik yamaçlı derin ancak dar vadilerdir. Gülek ve Geyve Boğazları gibi.

3.Çentik (Kertik) Vadi: Özellikle fazla eğimli sahalarda akarsuyun daha çok derine aşındırma yapmasıyla ortaya çıkan ‘’V’’ şekilli vadi tipidir. Ülkemizde en çok görülen vadi tipidir.

4.Yatık Yamaçlı Vadi: Eğimin azaldığı ve akarsuyun yanlara aşındırmasının fazlalaştığı farklı yükseklikteki yamaçlara sahip tabanı daha geniş vadi tipidir.

5.Tabanlı Vadi: Akarsu eğiminin iyice azaldığı yerlerde aşındırmanın tamamen yanlara doğru olması sonucu oluşur. Vadi yamacı iyice belirsizleşir. Akarsu biriktirdiği alüvyonların ortasında büklümler çizerek akmaya başlar. Ege bölgesi akarsularında bu vadi tipi görülür.

DEV KAZANI

Akarsuyun yatağındaki faklı dirençteki tabakaların aşınmasıyla ortaya çıkan basamaklı yapılardan akan kısımlarına çağlayan denir. Bu basamak çok yüksekse şelale ya da çavlan adını alır.

Niğde, Nevşehir çevresinde görülür.

Peri bacalarının oluşumda;

-Sel suları,

-Rüzgarlar,

-Yamaç eğimi,

-Kayaç türü

-Bitki örtüsü etkilidir.

Peri bacaları volkanik alanlarda sel suları ve rüzgarların etkisiyle oluşur. Oluşumunda yer altı suları etkili değildir. Yer altı suları karstik arazilerde etkilidir.

PENEPLEN(YONTUKDÜZ)


Akarsu aşındırmasının son döneminde ortaya çıkan, deniz seviyesine yakın hafif dalgalı geniş alanlara peneplen denir. Peneplen yeryüzünün aşınma sonucu alabileceği en son şeklidir.

Dağlık ve engebeli alanların peneplen haline gelmesi çok uzun zaman alır.

PLATOLAR

Akarsular tarafından derin vadilerle parçalanmış yüksek düzlüklere plato denir. Ülkemizin arazisinin çoğunu platolar kaplar. Erzurum-Kars, Haymana, Cihanbeyli, Bozok platoları bunlardan bazılarıdır.

MENDERES(BÜKLÜM)

Yatak eğimi ve akış hızı azalan akarsuların oluşturduğu ‘’S’’ şeklindeki büklümlere menderes denir. Mendereslerin oluşumunda hem aşındırma hem de biriktirme faaliyetleri beraber etkilidir.

Mendereslerin aşındırma yaptığı dış bükey yamaca çaprak, biriktirme yaptığı iç bükeye ise yığınak denir.

Menderes oluşturan bir akarsuyun;

• Yatak eğimi azalmıştır.

• Akış hızı azalmıştır.

• Enerji potansiyeli azalmıştır.

• Aşındırma gücü azalmıştır.

• Biriktirme faaliyetleri artmıştır.

• Akarsuyun boyu uzamıştır.

• Akarsuyun yatak değiştirme olasılığı artmıştır.

TARAÇA(SEKİ)

Akarsu akımının artması akarsuyun aşındırma gücünü arttırır. Akımı ve aşındırma gücü artan akarsu yatağını derine doğru hızla kazarak yeni bir vadi tabanı oluşturur. Eski akarsu tabanları, yeni tabanın üzerinde basamak şeklinde kalarak taraça ve sekileri oluştur

KAYNAKÇA

• Google Görseller

• Coğrafya Körfez Yayınları

• www.samanyoluhaber.com

www.enginsalli.blogcu.com

www.bilgizenginleri.com

Hazırlayan: Süher Günaydın