30 Kasım 2015 Pazartesi

kızılderili

Forrest Carter, okuduğum ilk Kızılderili yazar olsa gerek. Kitap kolay okunan bir türden, pek sıkılmadım çünkü her bölümde almamız gereken bir ders var. Sadece bazı kalıplar çok kullanılmış, ama yine de kitabı beğendim. 
Bu kitap, biraz da eğitim sistemiyle alakalı gibi. Küçük Ağaç'ın her şeyi deneyerekten öğrenmesi öne çıkıyor. Bir maceraya genellikle sevdiği birisiyle atılıyor ki atıldığı bazı maceraları uygun bulmuyorum, böylelikle de öğrenmek uygun olan maceralar için eğlenceli bir hal alıyor. 
Kitapta öne çıkan konulardan birisi de bence yanlışlarımızdan ders almaktı. Yine de her konuya, büyükbabanın "buzağı" konusuna yaklaştığı gibi yaklaşmamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bence sevdiğimiz birisi çok büyük bir yanlış yapmak üzereyse o kişiyi durdurmamız gerektiğini düşünüyorum. 
  
E.

14 Kasım 2015 Cumartesi

çerokiler

MASALIMI DUYACAKSIN

"Yakında burada olmayacağım,
Masalı duyacaksın
Kanımın arasından
İnsanlarımın arasından
Ve kartalın çığlığından
İçerideki canavar asla sakinleşmeyecek" *

Bu sözler, Yeni Dünyanın asıl sahiplerinin yaşadığı trajediye ses olan en masum satırları barındırıyor içinde. Toprağı dinle, doğayı dinle, ağaçları dinle; kendilerinin değerini bilmiş olan o insanlar için nasıl da çığlık çığlığa ağıt yaktığını duyacaksın. Elbette, ortada dinleyecek bir ağaç, yaşayan bir toprak, seninle konuşacak bir doğa bulabilirsen.
"Ufuk çizgisinde ilerliyorum
Gözyaşı yolunu takip ediyorum"*

Kaç çocuk annesini kaybetti senin hırsının gölgesinde? Kaç adam eşini kaybetti, kaç ev babasız kaldı senin dönmüş gözünü doyurmak için? Kaç tane ağıt yakıldı kayıpların arkasından, kaç can aldın bir karış toprak için? Kaç insanın yurduna gözünü diktin, gideceğin yerin bir karış topraktan büyük olmayacağını bildiğin halde? Üzüldün mü? Sıcak evine döndüğünde bakabildin mi çocuklarının yüzlerine, öpebildin mi annenin babanın elini?
"Beyaz adam geldi
Kutsal toprakları gördü
Biz önemsedik, siz aldınız
Siz savaştınız, biz kaybettik
Savaş değil aslında, adil olmayan bir dövüş
Manzara kanla güzelce boyandı"*

80 dakikada bir milleti yok edecek kadar geliştirdiğin soğukkanlı teknolojin, vicdanını rahatlatmıştır umarım. Umarım ölmemişsindir beyaz adam, ölüm sana ancak bir mükafat olabilir. Düşün beyaz adam, tek bildiği doğayı, Gidişat'ı, insanları sevmek olan altı yaşındaki bir çocuğu kırbaçlayacak kadar ne yaşamış olabilirsin? Sırf senin ahlak kuralların çerçevesinde doğup yetişmedi diye bir çocuğa piç diyecek kadar yüreğini nefretle dolduran ne? 
Peki sen, çocuk; bedeninde belki de kapanmayacak yaralar açan bu insanları, seni ait olduğun yerden ayıran bu insanları bile sevecek kadar büyük bir yüreğe nasıl sahip oldun? Altı yaşındayken nasıl olur da yaşının belki de on misli yaşta olan bir adamdan daha büyük bir yüreğe sahip oldun?

Nazlıcan Özkut

9 Kasım 2015 Pazartesi

Küçük Ağacın Eğitimi


Forrest Carter’ın otobiyografik öyküsüdür. Öyküsünde Kızılderili hayatını, onların doğa ile ilişkisini ve beyaz adamla mücadelesini anlatmaktadır. Öyküde en çok Küçük Ağacın büyükbabasıyla sohbet ettikleri ve büyükanne ile üçünün iş yaptığı mutlu bir aile oldukları yerleri sevdim. Ama hikaye hep mutlu devam etmiyor özellikle hikayenin son bölümü nerdeyse tüm hüzünlü anların toplandığı bölüm olmuş böyle oluşu aslında öyküyü daha bir mükemmel kılmış (zaten hikaye otobiyografi yani olayın gerçeği böyle). Son olarak Küçük Ağacın her şeyi tecrübe ederek yaşaması hayatın ta kendisinden başka ne anlatıyor olabilirdi ki?


İsmail Sayılıkan

3 Kasım 2015 Salı

Hiyeroglif Masallar


Horace Walpole tarafından yazılan bu kitabı okuduğumda üslubunu Franz Kafka’ya benzettim. Hiyeroglif Masallar da Kafka’nın kısa denemeleri gibi aynı sayfayı defalarca okutturan, farklı pencerelerden bakmaya iten masallardan oluşuyor. Aynı zamanda bu kitap İngilizcenin ilk sürrealist metin örneği olarak da tanımlanıyor.

İlk bakışta saçma ve anlamsız olduğu düşünülse de her masal o dönemin olaylarına ait göndermelerde dolu. Daha önce bu tarz bir kitap okumuş olsam da yazarın eleştirdiği, dalga geçtiği olaylara ve o döneme yabancı olduğum için kitabı tam olarak anlayamadım. Belki de bunun nedeni yazarın önsözde bahsettiği ‘insanların sadece öğrenmek ve zihinlerini geliştirmek için okuduğu zaman’ henüz gelmemiş olmasıdır.

Özge Aynalı

2 Kasım 2015 Pazartesi

zweig ve satranç


Stefan Zweig tarafından 1942 yılında eşiyle birlikte intihar ederek Dünya’dan ayrılmadan önce tamamladığı satranç adlı kitabı; ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Avrupa’yı işgal etmesi sonucu oluşan kaos ortamının, kişiler üzerinde yarattığı psikolojik nedenler sonucunda oluşmuş bir hikayedir.

Özellikle yazarın Avusturya’nın Almanlar tarafından işgal edilmesi sonucu ülkesini terk ederek; Brezilya’ya yerleşmesi ve Almanların Avrupa üzerinde işgal ettikleri ülkelerde yapmış oldukları katliamlar ve işkenceler yazarın böyle bir hikayeyi yazmasında rol oynamıştır.

Bu hikayede, Czentovic küçük yaşta yetim kalmış ve kasabadaki kilisenin papazı tarafından yetiştirilmiştir. Okuma yazma dahil hiçbir eğitime cevap verememiştir. Ancak dikkatli bir izleyici olması nedeniyle bir satranç şampiyonu olmuştur. Burada yazar Czentovic karakterini Naziler olarak karakterize etmiştir. Dr.B ise Alman işgalinden önce Avusturya’da saygın bir kişiliği olan avukat kimliği ile kraliyetin mali işlerini yönetmektedir. Ancak İşgal sonrası Gestapo tarafından tutuklanmış ve yıllarca psikolojik işkence ile kraliyet hesaplarına ulaşmak için Gestapo tarafından sorgulanmıştır. Bu sırada tesadüfen eline geçen satranç kitabı ile satranç oynamayı öğrenmiş ve kendi içinde iki ayrı kişilik oluşturarak satranç oynamayı geliştirmiştir. Yazar Dr.B’yi Nazilere direnen kişi olarak hayata geçirmiştir.

Özellikle hikayenin Amerika’dan Brezilya’ya giden bir yolcu gemisinde geçmiş olması, yazarın Almanların Avrupa’da yapmış oldukları eziyetten kaçan insanları ifade etmesidir. Yazar özellikle satranç oyunu üzerine kurduğu haikayede satranç oyunu ile savaşı anlatmaktadır. Bir Dünya şampiyonu olan Micro Czentovic ile Almaların Avusturya’yı işgal etmesi sonucu yıllarını otel adı altındaki bir hapishanede geçiren ve psikolojik baskı gören Dr.B arasında geçen satranç oyunu savaşın hiçbir galibi olamayacağını anlatmaktadır. Yazar, kendini bu hikayede olayları anlatan ve satranç bilgisi orta sevide olan kişi yerine koymuştur. Hikaye genel konusu ve anlatımı itibariyle sürükleyici ve akıcıdır. Ancak Dr.B’nin Avusturya’da Almanlardan görmüş olduğu psikolojik işkencelerin anlatıldığı bölüm aşırı uzatıldığından hikayedeki akıcılık bu bölümde sıkıcı bir hale dönüşmüş ancak daha sonra ki olayların anlatıldığı bölümde tekrar akıcılık kazanmıştır.
Hande Akay